İklim krizinin kendisiyle birlikte her geçen gün iklim hareketi/aktivizmi de etki ve kapsam alanı itibarıyla kayda değer şekilde büyüyor. Özellikle geride bıraktığımız 2019 yılı uluslararası camiada iklim aktivizmi yılı olarak iz bıraktı. İklim değişikliğinin doğurduğu tehditlere yönelik artan farkındalık, günden güne birbirini destekler şekilde ortaya konulan bilimsel araştırma ve veriler, çocukların önderliğinde sürdürülen okul boykotları ve iklim protestoları geçtiğimiz yıla damgasını vurdu.[1] Ancak elbette iklim hareketinin kendisi büyüdükçe, hareketin “gözünü korkutmaya” yönelik tehditler de daha aleni şekilde ortaya çıkmaya başlıyor. Bu yazıda, mevcut konjonktürde iklim aktivizminin en dikkat çeken oluşumlarından birini teşkil eden Yok Oluş İsyanı’nın (Extinction Rebellion, kısaca “XR”) yakın zamanda maruz bırakıldığı, ifade ve toplantı özgürlüklerine aykırılık teşkil eden birtakım muameleleri, iklim hareketinin geleceğine yönelik tehditler bağlamında kısaca değerlendireceğiz.
Yok Oluş İsyanı Nedir?
Yok Oluş İsyanı,[2] Mayıs 2018’de Birleşik Krallık Hükümetine hitaben hazırlanan “İsyan Bildirgesi” ile ortaya çıkan bir sivil itaatsizlik hareketi. Hareketin temel amacı, sıra dışı protesto yöntemleri kullanarak hükümetlerin (ve kitlelerin) dikkatini iklim değişikliği dahil çevresel felaketlere ve potansiyel “toplu yok oluşa” çekmek ve hükümetleri harekete geçmeye zorlamak. Ancak oluşumun eylemlerini özel kılan, şiddet içermemesi; bir diğer deyişle Yok Oluş İsyanı bir sivil itaatsizlik inisiyatifi.[3] Kısa sürede hızla büyüyen ve halihazırda Türkiye dahil 70’ten fazla ülkede aktif bulunan oluşum, tüm bu faktörlerin etkisiyle hızla medyanın ve muhataplarının ilgisini çekmeye başladı. Oluşum, yarattığı bu ilgiyi büyük oranda kullandığı yöntemlerin çarpıcılığına borçlu. Zira “geleneksel yöntemleri kullanmaktan” bilinçli şekilde kaçındığını söyleyen[4] grubun eylemleri arasında trafiği kesme, toplu taşımayı kesintiye uğratma, heykelleri sahte kana bulama, nehirleri organik boyayla yeşile boyama, halk meydanlarında “toplu ölüm” gibi protestolar bulunuyor.[5] Sivil itaatsizlik odaklı olması nedeniyle büyük oranda destek gören gruba, başvurduğu eylem biçimlerinin “radikalliği” nedeniyle tepki gösteren de çok.
Yok Oluş İsyanı v. İngiliz Polisi
İncelememizin ana konusunu oluşturan mesele, Yok Oluş İsyanı’nın yakın geçmişte doğum yeri olan Birleşik Krallık’ta polis tarafından maruz bırakıldığı birtakım temel hak ihlalleri.
Bu ihlallerden ilki, Ekim 2019’da Londra polisinin, Kamu Düzeni Yasası’nın 14. maddesine dayanarak oluşumun Londra’da eylem yapmasını yasaklaması ve yasağı ihlal edenlerin tutuklanmasının önüne açması oldu. Barışçıl protesto hakkını kullanan oluşum üyelerinin eylemlerine yönelik bu kapsamlı yasak, başta sivil toplum ve hukukçular olmak üzere pek çok cepheden orantısız ve yasaya aykırı olduğu, dolayısıyla göstericilerin ifade ve toplantı özgürlüklerini ihlal ettiği gerekçesiyle büyük tepki çekti.[6] Polis tarafından alınan tedbiri takiben Article 19, Amnesty International gibi önde gelen uluslararası sivil toplum kuruluşları, barışçıl göstericilerin temel hak ve özgürlüklerine saygı duyulması gereğini vurgulayarak İngiliz otoritelerine hak ihlallerine son vermesi yönünde çağrıda bulundu. Amnesty International, özellikle polise eylemcileri tutuklama izni verilmesinin ifade ve toplantı özgürlükleri üzerinde yaratacağı caydırıcı etkiye vurgu yaptı.[7] Polisin insan haklarına aykırı bu tedbirinden sonra derhal yüksek mahkemeye başvuran Yok Oluş İsyanı, yasağın hukuka aykırılığını tespit ettirmeyi başardı.[8]
Oluşuma yönelik bu ilk müdahalenin üzerinden fazla zaman geçmeden, geride bıraktığımız ocak ayında The Guardian, terörle mücadele polisinin, Yok Oluş İsyanı’nı, potansiyel terörist tehditlerle mücadele programı olan “Prevent”i yürüten makamlara bildirilmesi gereken radikal ideolojilerden biri olarak aşırı sağcı Nazi örgütleri veya aşırı radikal İslamcı örgütler gibi oluşumlarla aynı listeye eklediğini ortaya çıkardı.[9] Uygulamanın ifşasından hemen sonra bunun bir “hata” olduğunu söyleyerek geri adım atmaya çalışan polise karşı oluşum ciddi tepki gösterdi ve hukuki yollara başvuracağını duyurdu.[10] Bu haberden bir hafta sonra ise yine aynı çerçevede polisin, tıbbi profesyoneller ve öğretmenlere dağıttığı, “ihbar edilmesi gereken potansiyel tehditler” listesine (Greenpeace ve Peta’nın yanı sıra) Yok Oluş İsyanı’nı da eklediği tekrar gündeme geldi.[11] Bu yazının yazıldığı tarih itibarıyla konuya ilişkin yeni bir gelişme ya da oluşum tarafından henüz açılmış bir dava söz konusu değil.
İnsan Hakları Perspektifi ve İklim Hareketinin Geleceği
Büyüyen iklim hareketine paralel şekilde son dönemde Birleşik Krallık’ta birbiri üstüne meydana gelen bu gelişmeleri münferit vakalar olarak görmek, meselenin teşkil ettiği ciddi tehlikeyi göz ardı etmek olur. Özellikle de iklim değişikliğiyle mücadelede insan hakları odaklı yaklaşıma her geçen gün artan ilginin ışığında bu tehdidin ne ifade ettiğini anlamak gerekir.
Birleşik Krallık’ın ve özellikle bugün iklim aktivizminin ivmelendiği Avrupa’daki pek çok ülkenin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. ve 11. maddeleri, sırasıyla, ifade ve toplantı özgürlüklerini garanti altına alır. Bu temel hakların sınırlandırılması ancak, ilgili maddelerin ikinci paragraflarında açıkça belirtildiği üzere, hükümlerde öngörülen meşru amaçlar çerçevesinde, yasayla öngörülmek ve demokratik bir toplumda gerekli olmak şartıyla mümkündür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uzun yıllar içerisinde ortaya koyduğu içtihadının, bahse konu haklar bakımından bizi ilgilendiren iki temel prensibi bulunuyor. Buna göre ifade özgürlüğü bakımından Mahkeme, Sözleşme’de korunan bu hakkın Devlet’i ya da herhangi bir topluluğu gücendiren, şoke ya da rahatsız eden ifadeleri de kapsar şekilde anlaşılması gerektiğini yerleşik biçimde ortaya koymuş durumda.[12] Yine toplantı özgürlüğü bakımından Mahkeme, toplantının barışçıl niteliğine vurgu yapmakla, bu koşul sağlandığı sürece söz konusu hakka yönelik kapsamlı yasakların (Londra’daki gösteri yasağı gibi) gerekliliğinin Devlet tarafından en güçlü gerekçeler ortaya konularak gösterilmesi zorunluluğunu içtihadıyla yerleştirmiş vaziyette.[13]
Şimdi, bu ilkeler ışığında Yok Oluş İsyanı’na yönelik müdahalelere tekrar bakarsak, özellikle iklim değişikliği gibi büyüyen bir tehdide ilişkin farkındalığın artırılmasının gereği ve meşruiyeti göz önünde bulundurulduğunda, bu tedbirlerin insan hakları gerekliliklerine nasıl aykırılık teşkil ettiğini ve iklim hareketinin geleceği üzerinde ne tür bir caydırıcı etki yaratabileceğini görmek çok zor olmaz. Yok Oluş İsyanı gibi, barışçıl eylemler aracılığıyla ve sivil itaatsizlik yöntemini kullanarak muhatapları harekete geçmeye zorlayan oluşumlara bu tarz tedbirler ile gözdağı verilmesi, hatta bundan da öte böylesi barışçıl bir topluluğun açıkça şiddete başvuran radikal gruplarla aynı kategoriye dahil edilerek meşruiyet zemininden sökülmeye çalışılması, giderek büyüyen iklim hareketine kulak vermek yerine statükoyu korumaya çalışarak mevcut ve gelecek kuşakları tehlikeye atmaya devam eden fosil zihniyetlerin tehlikeli bir ürünü.
İklim hareketi/aktivizmi, her yaştan ve profilden pek çok muhatabı ve eylemi bir araya getirerek, durdurulamaz biçimde büyüyor. Ancak büyüdükçe, birtakım kar, menfaat ve otorite sahiplerinin de gözünü korkutuyor ve anlaşılan o ki kullandıkları metotları daha da pervasızlaştırma cesaretini de artırıyor. Bu tehlikeli trendi yakından takip etmek, uygun ve gerekli hukuki ve siyasi yaklaşımlarla kritik mücadele araçlarını geliştirmek ve bu bağlamda, iklim değişikliğiyle mücadele hareketinin insan hakları içerisinde konumlandırılması gereğini kabullenerek eylemde bulunmak her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Söz konusu tehditlerin yakın gelecekte özellikle insan hakları profili zaten pek parlak olmayan ve iklim değişikliği konusunda bilinçlenmeye demokratik zeminli pek çok ülkeden çok daha fazla ihtiyaç duyan, dev karbon emitörü ülkeler yönünden bilhassa yakından izlenmesi ise, fikrimce, bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.
[1] Deutsche Welle, “2019: The year of climate consciousness”, 27 Aralık 2019: https://www.dw.com/en/2019-the-year-of-climate-consciousness-wildfires-fridays-for-future-climate-emergency-a-51719968/a-51719968
[2] Resmî web sayfası: https://rebellion.earth (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[3] https://rebellion.earth/the-truth/about-us/ (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[4] https://rebellion.earth/the-truth/about-us/ (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[5] Deutsche Welle, “Extinction Rebellion: How far can the protests go?”, 6 Ekim 2019: https://www.dw.com/en/extinction-rebellion-how-far-can-the-protests-go/a-50717999 (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[6] The Guardian, “Extinction Rebellion to fight ban on protesting in London in court”, 15 Ekim 2019: https://www.theguardian.com/environment/2019/oct/15/extinction-rebellion-protest-ban-chilling-assault-on-civil-rights (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[7] Article 19: https://www.article19.org/resources/article-19-extinction-rebellion-have-a-right-to-protest/
Amnesty International: https://www.amnesty.org.uk/press-releases/extinction-rebellion-blanket-ban-chilling-and-unlawful
[8] The Guardian, “Extinction Rebellion protesters may sue Met as ban ruled unlawful”, 6 Kasım 2019:https://www.theguardian.com/environment/2019/nov/06/police-ban-on-extinction-rebellion-protests-ruled-illegal-by-high-court (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[9] The Guardian, “Terrorism police list Extinction Rebellion as extremist ideology”, 10 Ocak 2020: https://www.theguardian.com/uk-news/2020/jan/10/xr-extinction-rebellion-listed-extremist-ideology-police-prevent-scheme-guidance?CMP=share_btn_tw (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[10] The Guardian, “Extinction Rebellion could sue police over extremist ideology listing”, 11 Ocak 2020: https://www.theguardian.com/environment/2020/jan/11/extinction-rebellion-could-sue-police-listing-extremist-ideology (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[11] The Guardian, “Greenpeace included with neo-Nazis on UK counter-terrorist list”, 17 Ocak 2020: https://www.theguardian.com/uk-news/2020/jan/17/greenpeace-included-with-neo-nazis-on-uk-counter-terror-list (Son erişim tarihi: 4 Mart 2020)
[12] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Handyside v Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, Karar Tarihi: 7 Aralık 1976.
[13] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Öllinger v Avusturya, Başvuru No: 76900/01, Karar Tarihi: 29 Haziran 2006.