Editörden:
Tarih boyunca birbirini kümülatif olarak etkileyen toplumsal hareketlerin hafızasına hızlıca baktığımızda, hareketin gelişmesine vesile olan olgularla ilgili gerçekleşen hak ihlalleri karşısında, devletlerin ve şirketlerin ortaya konulan adaletsizlikle ilgili sorumluluklarını yerine getirmek yerine çoğunlukla aktivistleri caydırmaya yönelik politikalarıyla hareketleri sönümlendirmeyi hedeflediklerine dair pek çok örnekle karşılaşıyoruz. Fiziksel ve psikolojik şiddeti bir yöntem olarak benimseyen bu politikalar doğrultusunda zaman zaman bilerek ihlal edilen insan haklarının hukukun bireyler ve devlet arasında bir iletişim biçimi olmaktan öte otoritenin korunması üzere kullanıldığına şahit oluyoruz.
Front Line Defenders isimli hak savunucularını korumak üzere kurulan uluslararası organizasyonun 2019 yılı küresel analizinde, öldürülen aktivistlerin %40’ının toprak, yerli halklar veya çevre ile ilgili çalıştığı, ölümler hariç rapor edilen ihlallerin %22’sinin tutuklanma ve gözaltına alınmayı, %20’sinin yasal süreçleri, %13’ünün fiziksel şiddeti ve %10’unun tehditi içerdiği gibi pek çok veri mevcut. Yaşam alanlarında zaten pek çok hak ihlaliyle karşı karşıya olan aktivistlerin bir yandan da bu şiddetle ve şiddetin her an gerçekleşebileceği endişesiyle mücadeleyi sürdürmeleri mevcut durumları göz önünde bulundurulduğunda maddi ve manevi yıpratıcı bir yaşamı göğüslemek anlamına geliyor. Belki de yaşanılan ihlalleri gördüğü halde yurttaşların yaşadıkları yerde başlayan toplumsal hareketlere dahil olmak konusunda geri durmalarına neden olan en önemli konulardan biri de bu.
Biz de bu ayki dosyamızda 2019 yılında ulusal ve uluslararası toplumda ciddi anlamda etkisini gösteren iklim aktivistlerini caydırmaya yönelik güncel saldırıları ele alarak bu konuya bir yerinden değinmek istedik. Bu bağlamda Yok Oluş İsyanı’nın radikal ideoloji olarak listeye eklenmesi üzerinden iklim hareketinin insan hakları açısından geleceğine, uluslararası tanımıyla SLAPP olarak bilinen kamunun katılımını engelleme amaçlı açılan stratejik davalara, Kazdağları ve Doğanyurt örneği ile aktivistleri caydırmaya yönelik saldırıların Türkiye’deki ekoloji mücadelelerinde nasıl gerçekleştiğine ve son olarak Gelecek için Cumalar hareketinin medya aracılığıyla itibarsızlaştırılması ve iklim şüpheciliğine dair değerlendirmeler yaptık.
Bu ayki konumuzun pek iç açıcı olmadığının farkındayız, yine de iyi okumalar diyelim.