Devletin neoliberal inşası tıpkı 1980’li yıllardan önceki dönemlerde olduğu gibi hem devletin güvenlikçi eksende yeniden üretilmesinin hem de sermaye birikimine hukuki zor yoluyla el koyan kapitalist stratejinin devamıdır. Bu stratejinin birikim zemininin örgütlenmesi geçmiş dönemden farklı olarak yerli sermaye gruplarının değil küresel pazarla eklemlenmiş küresel sermaye gruplarının önünün açılmasını esas alır. İdeolojik açıdan da 1980’li yıllardan önceki kalkınmacı büyümenin ve birikim stratejisinin oturduğu Türk- Müslüman ideolojik hat geride kalmış, bunun yerine küresel sistemle entegrasyonu gözeten dinci-muhafazakar bir ideoloji demeti hakim hale gelmeye başlamıştır. Neoliberal kapitalistleşme döneminde devletin küresel pazarlarda daha etkili bir aktör olarak ortaya çıkmasının ise iki döneminden bahsetmek mümkündür.
Bu iki dönemden birincisinde, kamunun elindeki mal ve hizmetlerin özelleştirilmesi esas alınmış ve bu mal ve hizmetleri satmaya odaklı, arz eksenli siyaset hakim olmuştur. Kamu mülkiyetindeki mal ve hizmetlerin göreli olarak küçülmesi ardından ise ikinci dönem gelişmiştir. Bu dönemi ise devletin piyasada göreli olarak daralan varlığını yeniden etkin kılmak için geliştirdiği ve sermaye birikimi için de gerekli olan yeni metalaştırma biçimlerini örgütlemeye yönelik talep siyaseti belirlemiştir. İçinden geçtiğimiz büyük projeler döngüsünü, talep eksenli bir hakim sınıflar rejimi ekseninde anlamak gerekir.
Toprak rantına dayalı zenginlik yaratmak için planlama, projelendirme, kamulaştırma, büyük projeler geliştirme gibi araçlarla üretilen, para, sermaye hareketlerini mümkün kılan, ranttan pay alma esasına dayalı rant talebi üretiminde geniş kitleleri ideolojik ve toplumsal açıdan harekete geçirilmesini önemseyen ve projeleri tabana yayan rıza üretme temelli talep siyasetleri diğer yandan doğa zenginliklerini işletecek sermaye gruplarına, yasal, yönetsel ve toplumsal açıdan sorunsuz kar elde etme yolları da vaad etmiştir.
Talep eksenli bu siyaset tarzı bir yandan bu projeleri ülkenin büyümesi için bir zorunluluk olarak ortaya koymakta, bunun için de toplumun bu projelere ideolojik olarak da sahip çıkmasını sağlayacak bir güvenlikçi politika inşa etmektedir. Devlete hakim sınıfların bekası, devletin bekası haline getirildikten sonra, devletin bekası için de büyük projelerin toplum tarafından sahiplenilmesi talep edilmektedir.
Bu devletin zorunluluk stratejisi, esasında talep eksenli rıza üretmenin önünde engel olarak görünse de zorunluluğu ve rızayı yan yana getiren koşulların piyasa tarafından talep edileceği düşünülmektedir. Bu anlamda da hakim sınıfların büyük projelerinin küresel piyasa tarafından talep edileceğine duyulan güven aynı zamanda rıza ile zorunluluğu yanyana getirmese de hakim sınıfların zorunluluğunun piyasa tarafından talep edileceği beklenmektedir. Bu noktada da devlet için iyi olan piyasa için de iyidir argümanı mümkün olur. Ya da tam tersi, piyasa için iyi olan devlet için de iyidir. Bu nedenle de piyasanın bu tür projelere karşı durmayacak ve küresel pazara eklemlenecek dinci-muhafazakar bir kitlenin yaratılmasında da çıkarı vardır. Talep edilen şey, hem toplumsalın dinci muhafazakar bir hatta yeniden üretilmesi, hem de bu kitlenin örgütlediği talebi hukuki olarak düzenleyerek bu talebin arzu edeni olmasıdır. Aslında, devlet kentsel alanı toplumsallık aleyhine yine toplum tarafından özel mülke konu edilecek ve çitlenecek bir mal olarak üretilmesini mümkün kılacak koşulların talep edilmesini örgütler. İşte seçimlerde elde edilen oyun aynı zamanda büyük projelere de rıza gösterilmiş gibi sunulmasının sebebi budur. Bu nedenle de seçim sisteminin varlığı tam da bu talebin üretilmesi için elzemdir.
Türkiye hakim sınıfları, toplumsal zenginliğe, özelleştirme süreci sonrasına kadar, 12 Eylül darbe koşullarının yarattığı baskıcı düzlemde kolayca el koyabilmiş, sermaye aktarım süreçlerini yasal düzenlemeler sayesinde sürdürebilmiş ve toplumsal eşitsizliklerden doğan huzursuzlukları da yeniden dağıtımcı mekanizmalarla sönümlendirebilmiştir. 2010 sonrasında ise özelleştirmelerle elde edilen gelirin sonuna gelinmeye başlanacağı görülmüş, toplumsal artığın küçülmesi ve yeni bir zenginlik üretme ve buna el koymanın giderek zorlaşması sorunu büyük projeler dönemini başlatmıştır. Büyük projeler dönemi, toplumsal zenginliğe el koymak için dünden daha fazla rıza üretilmesi gereken bir dönemdir. Ancak aynı zamanda eskiye göre daha küçük bir zenginliğin de olduğu bir dönemden geçilmektedir.
Sermaye birikimi ve gerici -köktenci bir toplumsallık için yasanın olduğu kadar idarenin fiili -hukuki hakimiyetinin ve uygulamalarının da etkili olması gereken bir dönem. Yasal zemin, sermaye birikimi için olduğu kadar köktenci bir toplumsallık açısından da fırsatlar sunmaktadır. Polisten daha düşük ücretle çalışacak Bekçilerin kolluk düzenini sağlayacak olmasından, Vakıflar temelinde eğitim sisteminin yeniden kurulmasına, hatta kamu hizmetlerinin olduğu kadar asli kamusal denetim yetkilerinin de vakıflara devrine yönelik düzenlemeler bu sürecin bir kısmını teşkil ediyor. Diğer yandan ise büyüme için bu projelere gereksinimin olduğuna toplumun ikna edilmesi talep siyasetinin esasını oluşturuyor. Devletin asli bir piyasa aktörü gibi davranması kadar bu müdahaleye esas gerekli mıntıka temizliği için toplumsalı yeniden üretmeye soyunması neoliberal projeci dönemin karakteristiğidir. Ancak, talep üretmek yeniden mülksüzleştirmeyi gündeme getirdiği için de yasal ve hukuki zemine dayalı birikim alanları üretme ve köktenci bir toplumsallık inşaası bu hukuki zeminin biçimselliğine de bağımlı bir kalkınma rejimini gündeme getirmektedir. Yasal açıdan mağdur edilen kesimlerin hak arama yollarına başvurusu, bu mağduriyeti bir karşı toplumsallık olarak talep etmesi bir yandan farklı sınıfların hukuki zemindeki çatışması olarak açığa çıkarken diğer yandan da bu hukuki zeminin istisnalaştırılmasını da gündeme getirmektedir.
Devletin hakim sınıflarının bu birikim rejimini taşıması ve küresel sisteme bağlanmasını mümkün kılan gerici toplumsallaşmanın yeniden üretilmesi açısından da afet halleri, deprem gibi riskler bir sınır değil, sınır ihlali için fırsat olarak öne çıkmaktadır. Depreme ve afete karşı güvenlikçi tedbirlerin mümkün hale gelmesi bu tehlikeye karşı açık, kitlelere güven veren ve kitleleri sürece katan tedbirlerin alınmamasıyla güvenlikçi rejimler olanaklıdır. Yargısal denetime açık, yurttaş katılımını mümkün kılan bir siyasal sistemin hakim olması hem mevcut talep eksenli birikim rejimi için hem de gerici bir toplumsallık açısından açık riskler ve tehditler barındırmaktadır. Bu nedenle de katılım ve yargısal denetim mekanizmalarının varlıklarını koruyarak, paranteze alınması veya mevcut projelerin yürütülmesinin önünde bir sınır çizgisi haline gelmemesi de neoliberal inşa için gereklidir.
Kanal İstanbul projesi, mevcut hakim sınıflar açısından bir yandan yeni kentsel rant alanları yaratmak için bir zorunluluk olarak belirmiştir. Diğer yandan da bu proje, Türkiye’yi küresel sisteme bağlayan ulus-devletçi, Türk ve Müslüman hakim bloğuyla da ideolojik bir hesaplaşma olanağı sağlamaktadır. Bugüne kadar Cumhuriyet rejimine karakterini veren bu ideolojik hat, Batı ve doğu kültürleri arasında denge kuran, batı merkezli bir akılcılığı esas alan, küresel anlaşmalar düzenine bağlı, bu yönüyle de emperyalist sisteme bağımlı ülkeler hiyerarşisine uygun pozisyon alan bir konumu üretmekteydi. Mevcut proje ise yeni küresel aktörlerin kentsel alanda hakimiyetini mümkün kıldığı gibi bu yeni hakim sınıfların da ideolojisinin toplumsallaşmasını mümkün kılma amacını gütmektedir. Bu açıdan büyük projelere rejimi, Türkiye’nin gelişme stratejiyle olduğu kadar, bu stratejiyi belirleyen hakim sınıfların çıkarlarıyla yakından ilgilidir. Kentsel toplumsal mülkiyete el koyan ve bu el koyma rejimini bir zorunluluk olarak kabul edilecek kitlelerin üretim süreci neoliberal talep siyasetinin temel eksenidir.