Ceren Gamze Yaşar
Geçen hafta yapılan, yaygın biçimde COP25 olarak bilinen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansında biz de Türkiye olarak TOKİ’nin işleri ve yaptığı 850 bin konut ile övünerek sahne aldık. Birleşmiş Milletlerin İnsan Yerleşimleri Programının düzenlediği bu gösterinin konusu “Kent Yoksullarının İklim Direncinin Artırılması: En Kırılgan Kesimleri Hedefleyen Yeni İşbirliği Yaklaşımı” idi çünkü. Biz de iklim değişikliği ve yoksulların konut sorununu çözmek için tam 850.000 konut yapmıştık, biz övünmeyecektik de kimler övünecekti? İroniden anlamayanlara artık aşina olduğumdan bu dille devam etmek buzda yürümek gibi ondan hemen sadede geliyorum, biz Türkiye olarak bu toplantıda iklim değişikliğine karşı yeni inşaatlar, yeni evler, yeni mekânlar üretiyoruz demiş olduk. Mekân üreterek iklim değişikliğiyle mücadele edilemeyeceği açık açık olmasına. COP25’de de, ülke gündeminin duyan kısmında da bu savı pek yiyen olmadı işin açığı, ancak sorun göründüğünden çok daha büyük.
TOKİ ürettiği 850.000 yeni konutla yoksulların konut sorununun ne kadarını çözdü, üretilen konutların ne kadarı kar amaçlı üretilen ve lüks “prestij konutlar”dı, ilk ödemeleri ve aidatları ne kadar, bu evleri kimler alabiliyor gibi soruların hepsi havada asılı dururken ve hatta TOKİ sosyal konut tanımını kendi anladığı biçimiyle özel mülkiyet ile ve satılabilir bir meta olarak kurgulamışken, konut pazarının en önemli aktörlerinden biri olarak bir kamu aktörü gibi değil piyasa aktörü gibi davranırken bu konutlar Türkiye’de yoksulların, Türkiye’nin %40’ını oluşturan asgari ücretle geçinenlerin sorununu ne kadar çözmüştü? Bu konuda en iyi gösterge kiracı yüzdesi olur muhtemelen, hani şu son yıllarda hızla artan yüzde; yani Türkiye’de her yerde hızla TOKİ ve piyasa eliyle pek çok konut üretilirken, hatta büyük şehirlerin tamamında konut fazlası varken, ev sahipliği oranı düşüyor. Bu ne demek, iki evi olan üçüncüyü alıyor ancak hiç evi olmayan kiracılığa devam. Konuya konut sorunundan giriş yaptım ama bu yazıda asıl konumuz bu değil, sadece COP25’te üretilen söylemin bu kısımda da doğru olmadığını göstermiş olayım, diğer kısma geçelim.
TOKİ bildiğiniz üzere mekân üretimi konusunda (kendi dar – özelleşmiş alanında da olsa) yetki açısından plan yapmakla yetkili belediyelerin ve büyükşehir belediyelerinin üstünde bir kurum, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ise neredeyse denk. Apaçık ifade etmek gerekirse, kentler için belediye tarafından, büyükşehir belediyesi tarafından ya da Bakanlık tarafından üretilen planları (Çevre Düzeni Planı, Nazım İmar Planı, İmar Planı) neredeyse hesaba katmadan belli koşulları sağladığı müddetçe istediği bölgeye yüksek yoğunluklu konut alanları kondurmaya yetkili. Belediyece üretilen planlarda ama doğru ama yanlış hep bir nüfus kestirimi olur ve yeni imarlı alanlar bu nüfusa göre belirlenir. Bu süreçte imara açılacak hektar için değişkenler şunlardır (ya da olmalıdır): Yaşayacak nüfus, ortalama hane halkına göre bu nüfusun yaşayacağı konut sayısı, bu kadar konutun ihtiyaç duyacağı teknik ve sosyal altyapı, vd. TOKİ projeleri ise bir yama gibi, yerleşilebilir alan içinde bulunan bir araziye kondurulur, belediyenin planına da işlenir kuşkusuz ancak arada koordinasyon var mıdır, plana uymaya çalışır mı o kısmı pek bilinmez. Şimdi diyeceksiniz ki hala iklim değişikliğine gelmedi konu, yani geldi aslında ama belki daha bağlantıyı göremediniz, açacağım. TOKİ konut üretim modeli gereği, eğer kentsel dönüşüm yapmıyorsa, kentin eteklerinde ve hatta sıçrayarak kenti çevreleyen görece kırsal nitelikli coğrafyalarda rantın ilk anda düşük olduğu yerlerde, ya da kamuya ait bu alanlardaki arazilerde yer seçer kendine. Türkiye’deki belki tüm şehirlerde giderseniz görürsünüz. TOKİ’ler görece ıssız, belki tarlaların ya da ormanın ortasında, şehirden uzak yerlerdedir. Bir tane otobüs gider bazılarına, ulaşım sorundur. İklim değişikliği kaynaklarına bakıyoruz, özel aracın yarattığı emisyon epey yukarı sıralarda. Özel araçları teşvik eden yerleşim yeri seçimini TOKİ’lerin iklime zarar hanesine ilk elden yazalım.
Görsel 1. Erzurum ve Kars şehirlerinde TOKİ’lerin yeri
Kaynak: Google Earth 2019 Uydu Görüntüsü.
TOKİ’nin örnekleri pek çok şehirde benzer şekilde var. Bu tür, kentten uzak bir öbek halinde bir konut üretme anlayışı kentlerin saçılmasını destekliyor, toplu taşıma sorununu çözmeyi zorlaştırıyor ve bu alanlarda yaşayanları araç-bağımlı hale getiriyor. Örneğin Ankara’da o kadar uzak ki (batı koridorunda yer alan) TOKİ alanları, uydu görüntüsünde okunaklı biçimde aynı kadraja sığdırmak bile zor.
Görsel 2. Şanlıurfa, Konya ve Ankara şehirlerinde (bazı) TOKİ’lerin yeri
Kaynak: Google Earth 2019 Uydu Görüntüsü.
Tüm bu uzak ve kent ile bütünleşmeyen alanlara belediye yol, su, elektrik, gaz götürmek ve TOKİ ile beraber ya da tek okul, sağlık ocağı, park gibi sosyal altyapı elemanlarını üretmek zorunda. Teknik altyapı, özellikle su ve elektrik ne kadar yayılmış bir alana hizmet ederse o kadar kayıp yaşanıyor. Bu kısım aklımızda kalsın devam edelim. Kaynak tüketimi ikinci önemli konu. Bu kentten ayrıksı konutları inşa etmek için taş, kum, çakıl, cam, çelik gibi hammaddeler ve enerji harcanıyor. Tüm bu malzemelerin madenciliği ve üretimi, ve enerji üretimi iklim değişikliği açısından maliyeti epey yüksek konular. Konut ihtiyacından bağımsız olarak belirlenen sayıda ve uzak konumlarda üretilen bu konutlar, alım gücü nedeniyle yoksulların sorununu büyük ölçüde çözmediği gibi, kimi kentlerde üretilen konut fazlası da dikkate alındığında (bkz. TÜİK yıllık inşaat izinleri, 2011 konut ve nüfus araştırması, 2010 İnşaat Mühendisleri Odası Konut Raporu) inşa edildiği malzemeleri tüketerek o malzemelerin çıkarıldığı coğrafyaları, o enerjinin geldiği kırsal alanları da tüketiyor. Enerji üretimi, madencilik faaliyetleri ve bu enerji ve malzemenin kullanımı da yine iklim değişikliğine olumsuz katkıda bulunan faaliyetler arasında. Konut ihtiyacına yönelik olarak ve kent planı ile toplu taşıma ilkelerine uygun biçimde üretilmiş bir konut alanı bu tüketimi bir konut “üretimine” çevirip olumlayabilecekken, kimi zaman ihtiyaç fazlası, kimi zaman ikinci evi olana üçüncü ev olarak, kiracı yüzdesini düşürmeyen ve/veya şehrin dış çeperlerinde toplu taşıma ile ulaşım sorunu çözülemeyecek, araç bağımlılığını arttıran TOKİ alanları bir üretimden çok bir tüketimi işaret ediyor: hammaddenin, enerjinin, hammadde ve enerji aracılığıyla doğanın, doğal kaynakların, toplumsal rantın ve bulunduğu toprakların tüketimi.
TOKİ alanlarının genelde bir öbek şeklinde kentin etekleri ya da dışına kurulduğunu yazmıştım, bu alanlar kimi zaman tarım arazisi (bkz. Görsel 4.) kimi zaman orman (bkz. Görsel 3) kimi zaman da mera gibi alanlar olabiliyor. İzmir ve Muğla örneklerinde kenti sınırlayan orman alanlarından parça koparılarak inşa edilmiş TOKİ’ler aşağıda görülebilir. Doğal alanlar iklim değişikliği ile mücadelede korunması gereken mücadele araçlarıdır. Tarım alanları için durum daha karışık olsa da ve tarımsal üretimin kendisi de bir iklim değişikliği kaynağı olabilse de üretim biçimine göre, tüketilen her tarım alanı, artan nüfus ile beraber başka doğal alanların tarıma açılması baskısını getirebilmektedir. Bu zincirleme tüketim durumu konut üretimi için gerekli hammadde ve enerji tüketimi ile başlamakta, toprağın tüketimi ile devam etmekte, özel araç bağımlılığı ve benzin tüketimi ile sonlanmaktadır. Bu zincirde iklim dostu herhangi bir basamak görmek zor. Konut üretimi, mekan üretimi, enerji üretimi, tüm bunlar, İhtiyaç dahilinde veya değil, bedeli olan üretimlerdir. İhtiyaç dahilinde bir üretim ise en azından ihtiyacımız vardı ve sorunumuzu çözdü diyebiliriz ki orta vadede bu bakışımızı da değiştirmemiz gereken günler muhakkak gelecektir iklim değişikliğinin hızı göz önünde bulundurulduğunda.
TOKİ’nin Türkiye’nin asgari ücretle geçinen %40’ının konut sorununu çözemediği ve kiracı yüzdesinin azalacağına arttığı göz önünde bulundurulduğunda iklim değişikliğine karşı ya da iklim değişikliğinde kırılgan olan yoksul nüfusa bir çözüm olmak şöyle dursun, aksine uzaklıkları, üretim sürecinde tüketilen enerji, hammadde, bu hammaddelerin çıkarıldığı madenler, taş ocakları, bu uzak coğrafyalara götürülen belediye hizmetleri, (su gibi) hizmetlerde saçılmış yerleşim kaynaklı kayıplar, sonrasında özel araç bağımlı hale gelen nüfusun ürettiği emisyonlarla bizzat iklim değişikliğine katkıda bulunmakta olduğu görülecektir.
Görsel 3. İzmir ve Muğla Şehirlerinde TOKİ’lerin Yeri
Kaynak: Google Earth 2019 Uydu Görüntüsü.
Görsel 4. Rize, Trabzon ve Konya-Eskil Şehirlerinde TOKİ’lerin Yeri
Kaynak: Google Earth 2019 Uydu Görüntüsü.
Kent içinde veya dışında, nemli, yağışlı Karadeniz’de veya kurak İç Anadolu’da, Akdeniz’de, Marmara’da, tüm bu farklı iklimsel, topografik ve coğrafi bölgelerde oldukça benzeşen, hepimizin TOKİ der demez aklına gelen uzunlu kısalı, ayrık nizam ve otoparklar arasında yüzen sokaksız TOKİ konutları ayrıca bu iklimsel duyarsızlıkları ile de iklim değişikliği ile mücadele konusunda dev bir soru işaretidir (bkz. Görsel 5.). İnsan yerleşimleri tarihten bu yana bulunduğu coğrafya ve iklime göre şekillenmiş, bu aradaki güçlü ilişki ancak geçtiğimiz yüzyıl içinde bozulmuştur. TOKİ de aynılaşan mimari yaklaşımıyla bu kopmanın en uç noktalarından birini betimlemektedir. Bir yara gibi, etrafındaki kentsel alanların, bulunduğu kentin sokak dokusunun, tarlaların, ormanların içinde, tüm şehirlerde aynı kentsel tasarım yaklaşımı ile yükselmekte olan bu yapılar, yapı ölçeğinde de iklim değişikliği ile mücadele konusunda işin açığı çok umut vadetmemektedir. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, iklim değişikliği ile mücadele için mekan üretiyoruz, konut üretiyoruz gibi söylemlerin boşa düştüğü açık olarak ortaya çıkmaktadır.
Görsel 5. Çeşitli Yerlerden TOKİ’ler
Kaynak: Habertürk, Yenişafak, Çorum Hakimiyet, İnternet Haber, Elbistan’ın Sesi, 2019.