İlayda Gülsüm Çamlı
Geçtiğimiz iki hafta boyunca iklim krizinin en önemli küresel etkinliklerinden biri olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 25. Taraflar Konferansı (COP25) gerçekleştirildi. Konferansın ne olduğunu tanımlayan kelimeler kocaman; iklim değişikliği, sözleşme, taraflar, Birleşmiş Milletler…
Ancak görülen o ki bu yıl da tarafların gerçekleştirmekte başarı olduğu tek şey bir etkinlik organizasyonunu tamamlamak oldu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres bile kendisinin de bir parçası olduğu bu organizasyon sonrası sosyal medya hesabında COP25’in sonuçlarının bir hayal kırıklığı olduğunu yazdı. Bu yıl bu kocaman kelimelerin hakkını ise, somut bir çıktıya sahip olmasa bile yeni bir dönemin geldiğinin habercisi olan ve bir yılı aşkın süredir olduğu gibi gün geçtikçe daha güçlü bir şekilde “birleşerek” iklim değişikliği ile ilgili harekete geçmekte olan sokak verdi.
COP25 sonrası sosyal medyadaki tüm paylaşımlarda konferansın bir başarısızlıkla sonuçlandığına dair pek çok eleştiri yapılıyor. Peki, bir yılı aşkın süredir her seferinde daha da kararlı bir şekilde taleplerini tekrarlamak üzere sokağa çıkanlar için bu başarısızlık ne ifade ediyor?
Greta Thunberg’in okul grevine başladığı haftalarda en önemli söylemlerinden biri liderlerin iklim krizi ile ilgili harekete geçmek konusunda insanlığı yüzüstü bıraktığıydı. Konferans boyunca Madrid sokaklarını dolduranlar ve bulundukları yerden eylemlerle destek verenler liderlerin konuşmalarının ve yıllardır kâğıt üzerinde yaptıkları planların, bu kriz karşısında kendilerine uyan yeni bir düzen arayışından ibaret olduğunun bir süredir farkında. Toplumsal hareketler açısından bakarsak COP25’in başarısızlığı, sokaktakiler için önümüzdeki süreçte “iş başa düştü” hissiyatını kucaklamaları gerektiğinden emin olmaları için son dönemeçti belki de.
COP25, İklim Adaleti ve Toplumsal Hareketler
İklim değişikliği için sürdürülen toplumsal hareketlerin, devletler nezdinde sözüm ona “çevrecilerin” renkli doğa koruma etkinliklerinin ötesine taşınmasında ve krizin – biraz uzun sürse de – bugünkü haliyle bir uluslararası politik gündem haline gelmesinde “iklim adaleti” kavramının oynadığı rol oldukça önemli. Liderlerin ne yaptığı bir yana, çeşitli hareketleri temsil eden binlerce insanın bir arada protestolar düzenlemesi, taleplerini ortaklaştırması ve harekete geçilmesi ile ilgili konferans masasında değil sokakta bir ortak iradenin oluşması, bu kavramı kucaklayanların aslında dönüşümün kendisi olabileceği bir süreç inşa etmesinin mümkün olabileceğini düşündürüyor. Son 20 yılda ortaya çıkan pek çok toplumsal hareketin küresel bir ağa sahip olma ya da küresel bir etki yaratabilme kapasitelerinin artmış olması bir yana, iklim adaleti kavramı ve talebin kendisi, iklim krizi karşısındaki hareketlilik açısından birleştirici bir güce sahip. Konferans boyunca süren eylemler, dünyanın farklı noktalarında başlayan ve kimisi küreselleşen Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) ya da Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) gibi, kimisi kendi yerelinde sürmekte olan hareketlerin önümüzdeki süreçte saflarını sıklaştıracağını ve güçleneceğini gösteriyor.
İklim krizi için alınması gereken acil önlemleri göz önünde bulundurmakla birlikte, liderlerin ve şirketlerin bu konuda uluslararası toplumun beklentisini karşılamayacağından emin olduğum bir yerden konuşmak gerekirse insanlık olarak başka bir alternatifimiz yok zaten. Özellikle son bir yıl düşünüldüğünde bu hareketliliğin COP gibi etkinliklere ya da belli başlı yıkım hallerine özel olmaktan çıkıp gündelik yaşamı daha çok kapsar hale gelmesi ve sivil itaatsizlik, hareketlerin dönüşümün kendisi olacağı pratiklerin çoğalması ve güçlenmesi için bir başlangıç olabilir. Zannediyorum ki bu bağın kurulabilmesi için kurucu ve doğayla uyumlu pratiklerle yaşamlarını dönüştürmekte olanların sokakta isyan halinde olan ahaliyle bir oturup konuşması gerekiyor. Bu anlamda COP25 günleri, iklim krizinden etkilenenlerle, iklim krizinin ortaya çıkmasında başı çeken şirketlerin ve liderlerin bulunduğu ülkelerde uzun zamandır bu tüketimin bir parçası olanlar arasındaki mesafenin azalmasına katkı sağladı. Konferansta bu adaletsizlikten sorumlu olan ve hala karbon ticareti kovalayan devletler, artık pek de bir şey ifade etmediği aşikar olan “gelişmişlik” skalasında alt sıralarda yer alan devletlerin durumunu önemsemese de, Londra’da sokakta olanların Amazon havzasının savunucularıyla kol kola yürümeleri toplumsal hareketlerin iklim konusundaki pek çok kavramın hak ettiği gibi bütüncül bir perspektifle hareket etmeye başladıklarının göstergesi niteliğinde.
Bu bağlamda diğer eylemler ve 6 Aralık günü gerçekleştirilen yaklaşık 500,000 kişinin katıldığı belirtilen iklim değişikliği yürüyüşünün yanı sıra, Minga Indigena hareketi oldukça önemliydi. COP25’e alternatif olarak yerli liderlerin iklim krizi ile ilgili kendi bölgelerindeki durumu ve kendi topluluklarının neler yaptığını paylaştıkları, bitiminde Taraflar Konferansına sunulacak bir dizi teklifin hazırlanmasıyla sonuçlanan Minga Zirvesinde sorunu ortaya koymaktan ziyade halihazırda yapılanlar ve yapılabilecekler konuşuldu. Zirvede yerli liderler kendi bölgelerindeki durumu ve sürdürdükleri eylemleri diğer bölgelerde benzer sorunlarla karşı karşıya olan diğer liderlerle paylaşarak COP temsilcilerinin aksine çözüm önerilerini ve kendilerinden gelen yöntemlerle iklim krizi karşısında nasıl bir yol izlenebileceğini konuştu. Doğayla uyumlu yaşam pratiklerinin hala toplumsal normları belirlemeyi sürdürdüğü kabilelerin bu bilgiyi uluslararası toplumla bir araya gelerek paylaşması kayıp ve zararların yine aynı liderler tarafından nasıl karşılanacağına aynı sistem içerisinde cevap vermekten daha etkili geliyor, özellikle “harekete geçme zamanı” gibi bir slogana sahip olan bir etkinlik olduğu düşünülürse. 8 Aralık Pazar günü Guajajara kabilesinden iki liderin öldürülmesi üzerine Minga Indigena[1], Extinction Rebellion – Rebels Beyond Borders (Yokoluş İsyanı – Sınır Ötesi İsyancılar) ile birlikte konferans girişine giden yolu kapatarak bir eylem gerçekleştirdi.[2] Minga liderleri COP25 temsilcilerinden bir eylemde bulunmayan diğer tüm hükümetler ve çıkarım endüstrisi şirketleriyle beraber Brezilya devletini ve Brezilya Tarım İşletmeleri lobisini (Bancada Ruralista) kınamalarını talep etti. COP kendi hedeflerinde hayal kırıklığına uğratsa bile “dünyanın iklim krizine uyanışına” katkı sağladığı bir gerçek. Diğer yandan iklim adaleti ve toplumsal hareketler gibi bir başlık hem dünyadaki örnekler hem de Türkiye için çok daha derin bir araştırmayı ve dikkatli bir incelemeyi hak ediyor elbette.
Türkiye
Dünyanın geneline baktığımızda iklim hareketindeki aktivistler hareketlerin kitleselleşmesiyle birlikte uluslararası düzeyde etkili olmaya başladı. Herkesi ilgilendiren büyük bir sorun karşısında, artık çatı oluşumlar kurmak için sonsuz tartışmalar sürdürmeyi bir kenara bırakıp her neysek o olarak ortak bir hareket var etme ihtiyacının olduğu kabul edilmiş durumda gibi görünüyor. Hareketin güçlenmekte olduğu ve çeşitli görüşlerden bireyler açısından kapsayıcılığının arttığını gözlemleyebildiğimiz ülkelerde iklim konusu, ulusal ve uluslararası politik gündemi giderek daha çok meşgul eder hale geldi. Türkiye’de iklim gündemi bilinirlik açısından benzer bir ivmeye sahip olsa da bu bilince henüz yaklaşabilmiş görünmüyor. COP25’teki söylemlerine baktığımızda hükümet açısından yok sayma politikası hala işlevselliğini koruyor belli ki. Diğer yandan toplumsal hareketlerde, yerelinde mücadelenin olumlu sonuçlarını görüyor olmakla beraber, iklim adaleti gibi çatı bir kavram altında iklim krizini ve ekolojik sorunları ele alacak bir perspektif yaygınlaşmış değil. Genelin bakış açısında iklimi ve ekolojiyi ilgilendiren sorunlar hala “çevrecilerin” temiz niyetleri olarak algılanmakta ve iklim adaleti kavramının hak ettiği kadar politikleştirilmiş durumda değil. Ayrıca iklim adaleti gibi bütünü ilgilendiren konular hala var olan ilgili hareketlerin kendi hallerine sıkışmış durumda, “biz bu yöntemle yapıyoruz” gibi bir bakış açısıyla ele alınıyor. Bu durumda Türkiye’deki iklim aktivizmi açısından iklim krizi geçmişiyle birlikte ele alınarak bütüncül bir strateji geliştirmekten ve kitleselleşmenin önünde duran toplumsal sorunları da içerecek somut bir eylem planına sahip olmaktan uzak.
COP25’in
başarısızlığı ve taraf devletlerin tutumu anlaşmalar imzalansa bile liderlerden
resmi süreçleri başlatmaları için talepte bulunmanın “harekete geçmek” için
yeterli olmadığını gösteriyor. Türkiye’de ne iklim hareketinin talepleri ne de
hükümetin bu talepler karşısındaki tutumu, acil alınması gereken önlemler
dikkate alındığında etkili olabilecek ve harekete geçmeye yönlendirecek bir
tartışma yaratabilecek nitelikte olduğunu söylemek henüz mümkün değil.
Uluslararası eylemlerin bir parçası olmak ve bu eylemleri yapan hareketlerin
ortak taleplerine taraf olmak elbette önemli. Ancak bu uluslararası
hareketlerin de yayılırken sıklıkla tekrar ettikleri gibi her ülkenin kendi
politik kültürü içerisinde inşa etmesi gereken süreçler bunlar. Bu anlamda
Türkiye’nin renkli politik dünyası içerisinde iklim hareketinin, dışarıda
yapılanı içeriye taşımanın ya da toplumsal hareketlerin yıllardır tekrarladığı
alışılagelmiş yöntemlerin ötesinde daha farklı yaklaşımları benimsemesi,
buranın politik kültürü içerisinde hayatta kalabilecek özgün yöntemleri ve
somut talepleri inşa etmesi gerekiyor.
[1] Minga Indigena, https://mingaindigenacop25.org/en/ , Son Erişim Tarihi: 17 Aralık 2019
[2] Extinction Rebellion, “BREAKING COP25 – Extinction Rebellion and Minga act for Amazonia: Let’s disrupt the Destruction”,https://rebellion.earth/2019/12/09/breaking-cop25-extinction-rebellion-and-minga-act-for-amazonia-lets-disrupt-the-destruction/ , Son Erişim Tarihi: 17 Aralık 2019