Türkçeleştiren: Serde Atalay
Fotoğraflar: https://peoplesclimatecase.caneurope.org
Geçim kaynakları iklim değişikliği nedeniyle risk altında bulunan ve bulunacak olan, genç çocuklar dâhil aileler tarafından AB Genel Mahkemesi önüne bir dava getirildi. Aileler, AB’nin 1990 seviyeleriyle kıyaslandığında sera gazı emisyonlarını 2030 itibarıyla %40 azaltma şeklindeki mevcut 2030 iklim hedefinin, tehlikeli iklim değişikliğini önlemeye yönelik ciddi ihtiyaç bakımından uygun olmadığını ve temel yaşam, sağlık, meslek ve mülkiyet haklarını korumak için yeterli olmadığını iddia etmektedir. Mevcut 2030 iklim hedefiyle AB hâlâ, 1990 seviyesinin %60 oranında emisyonun sanayide ve Üye Devletlerce kullanımına izin vermektedir – bu emisyonlar davacıların temel haklarını daha da fazla ihlal edecektir.
Aileler Avrupa Genel Mahkemesinden, AB’nin yasa yapıcı kurumlarına (Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi) temel haklarını ve bununla birlikte küresel çevreyi korumak için iklimin korunmasına yönelik daha sıkı tedbirler almasını emretmesini istemektedir.
Portekiz, Almanya, Fransa, İtalya, Romanya, Kenya, Fiji’den 10 aile ve İsveç-Sáminuorra Sami Gençlik Derneği, Halkın İklim Davasının davacılarıdır.
Halkın İklim Davası başvurusu iki bölümden oluşmaktadır: Hükümsüz kılma ve sözleşme dışı sorumluluğa dayalı karar talebi.
Hükümsüz kılma davası üç AB hukuki düzenlemesine karşı çıkmaktadır
Başvuru Mahkemeden üç düzenlemeyi, davacıların haklarını ihlal ettikleri ve daha üstün hukuka uymadıkları için, 2030 itibarıyla çok fazla emisyona izin verdikleri ölçüde kesin hükümsüz ilan etmesini istemektedir. Bir boşluk yaratmamak adına, daha etkili versiyonları kabul edilene kadar Mahkeme üç düzenlemenin yürürlükte kalmasını emretmelidir. Davanın bu bölümü usulen AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşmanın (TFEU) 263. maddesine dayanmaktadır.
Başvuru ayrıca sözleşme dışı sorumluluğu öne sürmektedir. İddia, iklim değişikliği nedeniyle mülkiyete ve gelire, bunların yanı sıra sağlığa yönelik zarar hâlihazırda ortaya çıktığından, oluşabilecek daha fazla zararı önlemek için AB’nin sera gazı emisyonlarını elinden geldiğince engellemesi gerektiğini öngörmektedir. Davanın bu bölümü ise TFEU’nun 340. maddesine dayanmaktadır.
Yaklaşık yüz sayfadan oluşan dilekçe, her bir ailenin endişelerinin ve uğradığı zararların aktarıldığı birkaç yüz sayfalık ekleri de barındırmaktadır.
Dilekçe iklim değişikliğinin başvurucular üzerindeki etkisiyle ilgili olgusal bağlamı işlemekte, ardından TFEU m.263/4 temelinde kabul edilebilirliği tartışmakta ve [yukarıda anılan] üç GHG Emisyon Düzenlemesinin Temel Haklar Şartına, AB birincil hukukuna ve daha üstün hukuka aykırılığına itiraz etmektedir. Özünde AB’nin davacı ailelerin haklarını korumak amacıyla emisyonları azaltmak için ne yapması gerekiyorsa yapmakla yükümlü olduğu ve mevcut hukuki düzenlemelerin bu kıstası sağlamadığı iddia edilmektedir. Ayrıca dilekçe, Paris Anlaşması temelinde ve geriye kalan küresel emisyon bütçesinin nasıl ayrıldığına bağlı olmaksızın, %40 hedefinin yeterli olmadığını iddia etmektedir.
Madde 340’a dayalı karar talebi, zararın yanı sıra hukuka aykırılığı gösterme gerekliliğinin bir parçası olarak esasında aynı argümana dayanıyor. Davacılar maddi tazminat arayışında değil, iklimin korunması arayışındadır.
DETAYLI HUKUKİ ARKA PLAN
Davacılar
Davacılar, yaşam şartları iklim değişikliği etkilerinin kritik noktalarını temsil eden ailelerdir.
Davacılar:
Başvurunun amacı ve uygulanması
Davanın iki bölümü vardır: Hükümsüz kılma ve sözleşme dışı sorumluluk.
Hükümsüz kılma
Dava üç AB hukuki düzenlemesine itiraz etmektedir (bundan böyle bu düzenlemeler sera gazı emisyonu düzenlemeleri (greenhouse gas emissions, “GHG”) olarak anılacaktır):
Sera gazı emisyonu düzenlemeleriyle konulan temel hedef, 2030 itibarıyla ulaşılacak olan, 1990 emisyon seviyesinin en az %40 azaltılmasıdır. Bu özünde, AB’nin 1990 seviyesi emisyonlarının %60’ının kullanımına izin verdiği anlamına gelir. Yani milyarlarca ton CO2 ve GHG hukuka uygun olarak atmosfere bırakılabilecektir.
Dava, daha üstün AB hukuku ve uluslararası hukuk dikkate alındığında, en az %40 azaltma oranının çok düşük olduğunu (ya da %60 salıma kadar izin veren emisyon bütçesinin çok fazla olduğunu) iddia etmektedir. Herhangi bir kabul edilebilir azaltma oranının 2030 itibarıyla %40’tan ciddi oranda fazla olması gerektiği savunulmaktadır. Davacıların kullandığı ana argüman AB’nin potansiyeline işaret etmektedir: AB, aileleri ve onların temel haklarını korumak için makul olarak ne yapması gerekiyorsa yapmak zorundadır.
Bundan da öte dava, hedefin etrafından dolanmaya elverişli pek çok esnek mekanizma nedeniyle zaten gerçekleştirilemeyeceğini ve bu nedenle sonuçta aslında %40’tan daha az emisyon azaltımının (ya da %60’tan çok daha fazla bir emisyon bütçesinin) ortaya çıkacağını öne sürmektedir.
Bu nedenle başvuru, Mahkemenin üç AB sera gazı emisyonu düzenlemesini daha üstün hukuka uygun olmadığı gerekçesiyle kesin hükümsüz kılmasına yöneliktir. Bir boşluk yaratılmaması adına Mahkemeden, düzenlemelerin geliştirilmiş versiyonları yürürlüğe girene dek belirlenmiş bir süre boyunca üç düzenlemenin de yürürlüğüne devam edilmesine karar vermesi talep edilmektedir.
Davanın bu bölümü usulen TFEU’nun 263. maddesine dayanmaktadır.
Sözleşme dışı sorumluluk:
Bu başvuru ayrıca iklim değişikliği nedeniyle mülkiyete ve gelire ve bunların yanı sıra sağlığa zarar hâlihazırda meydana geldiğinden, AB’nin daha fazla zarara neden olunmasını önlemek için sera gazı emisyonlarını önlemesi gerektiğini savunmaktadır. Başvurunun bu bölümü AB’nin gelecek için çok düşük bir azaltma hedefi koyarak bir hakkı ihlal ettiğini, ancak geçmişte gerek 2009’da başlayan süreç bakımından (ilk “yükü paylaşma” kararından sonra) gerekse 1992’de başlayan süreç bakımından (UNFCCC’nin imzalanmasından sonra) zaten iklimi koruma görevini ihlal ettiğini öne sürmektedir. Başvurunun bu bölümü usulen AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşmanın 340. maddesine dayanmaktadır.
Davanın esası
Dava AB mahkemelerini, iklim değişikliği AB tarafından 1992’de bir sorun olarak tanınmasına karşın, AB’nin davacıların hâlihazırda iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle ihlal edilmiş olan temel haklarını korumak için uygun şekilde harekete geçmekte başarısız olduğu gerçeğine karşısında harekete geçirmeyi hedefliyor.
Başvuru oluşturuldu çünkü üç hukuki düzenleme, AB anlaşmalarında (AB birincil hukuku), Temel Haklar Şartında (yine AB hukuku) ve uluslararası hukukta yer alan daha üstün hukuki yükümlülükleri ihlal etmektedir.
Uygulanabilir AB birincil hukuku ve uluslararası hukuk nedir?
Uygulanabilir AB birincil hukuku şu belgelerde düzenlenmektedir:
ChFR’deki ilgili temel haklar sağlık ve yaşam hakkını, çocukların esenlikleri ve eğitimleri için gerekli olan söz konusu korumaya ve özene yönelik hakkını, çalışma ve özgür şekilde seçilmiş ve benimsenmiş bir mesleği sürdürme hakkını, hukuka uygun şekilde elde edilmiş mülküne sahip olma, bunu kullanma, devretme ve miras bırakma (mülkiyet) hakkını ve eşit davranılma hakkını kapsamaktadır.
AB’nin TFEU uyarınca yükümlülükleri insan sağlığını ve çevreyi koruma görevini içermektedir.
Uygulanabilir uluslararası hukuk ise şunları içermektedir:
UNFCCC ve Paris Anlaşmasına ve uluslararası örf ve adet hukukuna dayanan yükümlülükler insan sağlığını ve çevreyi koruma görevini, ortak fakat farklılaştırılmış yükümlülüklere ve ilgili yeterliliklere ilişkin görevi içermektedir.
Birlikte ele alındığında ilgili AB birincil hukuku ve uluslararası hukuk şunları öngörmektedir:
1)
– insan hakları ya da temel haklar yaklaşımı temelinde, zarar çoktan gerçekleşmekte olduğundan –Paris Anlaşmasındaki sıcaklık hedefine ilişkin hükümler dikkate alınmaksızın– tüm emisyonlar şu anda durmalı;
– insanların geçim kaynaklarına ve çevreye önemli ölçüde daha fazla zarar verilmemeli, AB esas amaca kısmen katkıda bulunsa dahi bu gerekliliğe bağlı hareket etmeli;
– sonuç olarak AB daha fazla zarara engel olmak için potansiyeli nezdinde ne yapabiliyorsa yapmak zorundadır – “ne yapabiliyorsa yapsın” (aşağıdan yukarıya)
Emisyon haklarını tahsis ederek AB kendi bölgesinden kaynaklanan emisyonlardan sorumludur. Bunu yaparken AB başvurucuların geçim kaynaklarına zarar vermekte ve temel haklarını gasp etmektedir. Bu durum daha fazla zararı önleme görevi doğurmaktadır; bir diğer deyişle AB ilk adım olarak daha fazla sera gazı emisyonunu radikal şekilde yasaklamalı, daha sonrasında bu orantılılık ve yeterlilik çerçevesinde sınırlı hareket etmelidir. Üç sera gazi emisyonu düzenlemesinde öngörülen asgari %40 emisyon azaltılması (ya da izin verilen 1990 emisyonunun %60’ı) bu talebi karşılamamakta ve böylece zararı önleme ve temel hakları koruma görevini ihlal etmektedir.
2)
– zararı önleme yükümlülüğünün dayanağı olarak Paris Anlaşması, UNFCCC ve uluslararası hukuk dikkate alınırsa, insan hakları yaklaşımı benimsenmese bile, AB’nin böylesi bir zararı önleme bakımından sorumluluğu en azından 2021 itibarıyla hâlâ erişilebilir olması öngörülen küresel sera gazı emisyonu bütçesindeki AB’nin payına ve Paris Anlaşmasının olası bütçe hesaplaması için koyduğu sıcaklık hedefine (2°C ve 1.5°C’nin altında) göre belirlenir.
– bu pay, ortak fakat farklılaştırılmış yükümlülük ve ilgili yeterlilik prensibini dikkate almalı ve daha da özel olarak AB’nin uyması gereken şu prensiplerden türetilmelidir:
AB,
Birlikte ele alındığında ve iki bilimsel ve adli yaklaşıma göre,
Başvuru, AB genelinde 2030 itibarıyla %40 azaltmanın çok az olduğunu, 1.5° C senaryolarına dayanan bazı radikal olmayan yaklaşımlarla çok daha fazlasının yapılabileceğini göstermektedir. Bunun yanı sıra 2021’de başlayan bir “kişi başına” yaklaşımına göre, yıllık azaltmanın sera gazı emisyonu düzenlemelerinde bugün öngörülenden çok daha fazla olması, yani yıllık %2 sera gazı emisyonu azaltması olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Başvurudaki bütçe yaklaşımı
Karbon bütçesi sera gazı salımı için geri kalan genel bütçeyi belirlemeye yönelik bir yöntemdir.
IPCC’nin gösterdiği üzere, CO2 emisyonu ile ısınma arasındaki ilişki doğrusaldır. Salınan her bir birim CO2, nasıl ve nerede salınırsa salınsın, eşit oranda ısınmaya katkıda bulunur. CO2 salımı ile ısınma arasındaki bu doğrusal ilişki, her bir ısınma seviyesinin belli bir miktar kümülatif CO2 emisyonuyla ilişkilendirilmesi şeklinde bir etkiye sahiptir. Bu “karbon bütçesi” olarak da anılır. Doğal olarak bu anlayışın sakıncaları ve belirsizlikleri vardır ancak yaklaşım AB için 2030 itibarıyla %40 azaltma hedefinin herhangi bir şekilde hukuki olup olmadığını belirlemeye yardımcı olmaktadır.
Bu küresel bütçe tüm devletler tarafından paylaşılmalıdır. Uygulanabilir AB birincil hukuku ile uluslararası hukuktan, bunların yanı sıra Paris Anlaşmasından, AB dâhil devletlerin payını belirleyen farklı kriterler çıkarılabilir. Başvuru mevcut bir bütçenin ileriye dönük tahsisini sağlama şeklinde bir amaç gütmemektedir ancak her bir kriter uyarınca, sera gazı emisyonu düzenlemelerinin yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Bu davanın insan hakları yaklaşımlarına dayandığı göz önünde bulundurulursa, en önemli kriterler kişi başına eşit davranılması ve kuşaklara eşit davranılmasıdır.
Sözleşme dışı sorumluluk (TFEU m. 340)
TFEU’nun 340. maddesi uyarınca karar, ulusal ihlal ya da haksız fiil hukukundaki koşullara benzer hallerde talep edilebilir.
Bu koşullardan her biri bu davada sağlanmaktadır. Gelecekteki emisyonlarla ilgili söz konusu ihlal, yukarıda tartışılmış bulunan aşırı orandaki tahsisat. Başvuru ayrıca geçmişteki bir ihlali de (hem 1992-2009 hem de 2009-2018 periyodu için) ortaya koymaktadır. Aranan giderim şekli ise maddi tazminat değil ancak esasında 2030’a kadar %60’ı ve 1990 emisyonlarından daha fazlasını tahsis etmemek için karar alınmasıdır.
Bu ise özünde GHG düzenlemelerinin, 1990 emisyonlarıyla kıyaslandığında 2030 itibarıyla %40’tan çok daha fazla azaltmaya yönelik bir AB 2030 iklim hedefini uygulamaya koymak için gözden geçirilmesi gerektiği anlamına gelmektedir.