Türkiye’nin en deneyimli çevre muhabirlerinden Can San, Kemerköy Termik Santralının kuruluş yıllarında Muğla’ya yaptığı ziyaretler ile Ekoloji Kolektifiyle birlike 2018’de Yatağan’da gerçekleştirdiği temasları karşılaştırdı ve kömür ekonomisinin aradan geçen yıllarda bölgeyi nasıl egemenliği altına aldığını yazdı:
Makale ve fotoğraflar: Can San
Yatağan Termik Santralının güncel görünümü fotoğrafı: Hamle Gazetesi
Yatağan, Kemerköy, Yeniköy Termik Santralları Türkiye’nin ‘bermuda şeytan üçgeni.’ Üçü de Muğla ili sınırları içerisinde ve üçü de biribirinin dibinde. Hal böyle olunca ortaya çıkan çevresel ve toplumsal tahribatı da üçle çarpın. Üç termik santrala kömür sağlamak için açılan devasa açık kömür işletmeleri ve kül barajları kilometrelerce alandaki binlerce hektar tarım arazisinin, zeytinlik, ekili-dikili tarla, bağ-bahçe, mera, orman, yeraltı suyu, antik şehir ve de köylerin dibine ‘kibrit suyu’ ekmiş.
Şubat ayında MUÇEP (Muğla Çevre Platformu) ve Turgut Yardımlaşma ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği, ocakların gazabına uğrayan ve ‘ortadan kaldırılmak’ istenen Turgut Köyünde bir toplantı düzenledi. Ekoloji Kolektifi olarak Turgut Köyünde düzenlenen toplantıya davetliydik. Birinci gün MUÇEP bileşenleri, Ekoloji Kolektifi ve santrale karşı durup ön saflarda mücadele eden yöre halkıyla birlikte üç santralı içine alan bölgeyi gezdik. İkinci gün Turgut’taki dernek binasında toplanarak durum değerlendirilmesi yapıldı.
Tahribatın sonuçları gizleniyor
Gezinin ardından bir ufuk turu yaptım.Nokta Dergisi yıllarında üç termik santralla ilgili tuttuğum arşiv bilgileri serdim önüme. O günlerden bugüne bölgede ortaya çıkan sorunlar devasa boyutlarda.
Muğla-Milas anayolundan çıkıp santrallara giden ara yollara saptığınızda bu çevre katliamında hiçbir şeyin eksik bırakılmadığını görüyorsunuz. Biyosfer alanı, sosyal hayat, insan sağlığı… Hepsi bu termik katliamdan payına düşeni almış. Tahribatın yörede yaşayan insanlara verdiği zarar ise bugün termik santrallara karşı verilen mücadelenin ne kadar haklı temellere dayandığının açık bir göstergesi. Termik santrallar insan sağlığını hiçe saydıkları gibi insanların sağlıklı hayat sürmesini engelliyor; sosyal hayatlarını parçalayıp yok ediyor.
“Önce sağlık” deyip yola çıktığımızda üç termik santralin yöre halkına verdiği zarar aynı bacalarından çıkan renksiz gaz SO2 (Sülfürdioksit) misali ortada ‘gözükmüyor.’ Toplantının ilk günü MUÇEP bileşenleriyle yaptığımız toplantıda, 1982 yılından beri faaliyette olan Yatağan Termik Santralının Yatağan-Milas ve Muğla’da hangi sağlık sorunlarına sebep olduğunun resmi rakamlara dayanarak tespit edilemediği konuşuldu. Çünkü başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere tüm devlet kuruluşları santralların yarattığı tahribatı gizliyor. Şöyle düşünün: Termik santral bacalarından püsküren renksiz gaz SO2, elektro filtrelerden kaçan toz ve NO (Azotmonoksit) gözle görünmüyor. İkincisi kömür yandıktan sonra geride kalan külün içerisindeki krom, nikel, kurşun ve bunun yanı sıra uranyum, toryum ve diğer ağır metaller ile gazlar, kül barajlarından rüzgar etkisiyle ‘kaçınca’ nereye konuyor?
Böyle bir tabloda soru sorma hakkımı kullanıyorum: “Santraller denetleniyor mu? Kim nasıl denetliyor? Denetimlerin sonuçları neden kamuya açık değil?”
Yörede Akciğer hastalıklarının yüksek düzeyde olduğu bilinen bir gerçek. Buna karşılık Bakanlık hastane kayıtlarını gizli tutuyor. Yöreyle ilgili bir araştırma yapılıp yapılmadığı bilinmiyor. Örneğin yöredeki akciğer kanseri sıklığı yurt geneliyle karşılaştırıldığında ne oranda? Çocuklarda ve yaşlılarda akciğer hastalıkları nasıl bir tahribata yol açmış? Konuyla ilgili kamu kurumları yani Sağlık Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Muğla Valiliği, TEİAŞ Genel Müdürlüğü görevlerini yerine getirmiş mi? Yoksa bu kurumlar santralların ‘altında’ mı kalmış?
Santrala ne rapor ne mahkeme kararı işliyor
Bana göre burada devlet, kurumlar, kontrol, denetim filan –kusura bakmayın ama– amiyane tabirle ‘hikaye…’ Arşive gözattığımızda bu ‘hikayenin’ belgeleri de olduğunu görüyoruz. İzmir Çevre Avukatlarının mücedele sürecini özetleyen Kemal Anadol, Eylül 1996’da Yeni Yüzyıl Gazetesinin santrallarla ilgili sorularını şöyle cevaplıyordu: “3 santralda da tesis izni, açılma ruhsatı, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu, emisyon izni, deneme ve deşarj izni yok.”
Arkasından bilimsel bir raporla bu ‘hikaye’ iyice ete kemiğe bürünüyor!
İzmir Çevre Avukatlarının bölgedeki santralların faaliyetlerinin durdurulması için Aydın İdare Mahkemesinde 16 Temmuz 1993’te açtıkları davada mahkeme, 9 Aralık 1993’te yürütmenin durdurulması kararı veriyor. Santral kapatılıyor ancak 15 gün sonra Bakanlar Kurulu kararıyla tekrar faaliyete geçiyor. Mahkeme bunun üzerine tekrar yürütmenin durdurulması kararı vermiyor. Dosyanın araştırılması için bilirkişi tevdi ediyor. Konunun uzmanı Prof. Doğan Kantarcı, Prof. İlter Karadeniz ve Prof. Aysel Müezzinoğlu’nun bir buçuk yıl çalışıp hazırladığı 500 sayfalık bilirkişi raporunun bazı çarpıcı bölümleri ise şöyle:
– Raporda santralların hem yakın hem uzak çevreye, Reşadiye Yarımadası, Datça ve Betçe bölgelerine zarar verdiği, tarımsal üretim, kızılçam ormanları, tüm bitki örtüsü ve insan sağlığını tehdit ettiği vurgulanıyor.
– Baca gazıyla ilgili bir saptamada ise sadece bir birimde ölçülen CO miktarının 1000 mg/metreküp olduğu belirtiliyor. Oysa sınır değer 250 mg/metreküp.
– Toz miktarıyla ilgili bir saptamada, santrallarda sık sık devreye giriş-çıkış sebebiyle toz miktarının çok yüksek olduğu, elektro filtrelerin yeterli sıcaklığa ulaşmadan çalışmasının yüksek toz seviyesinin sebebi olduğu aktarılıyor.
– Bacalarda duman daima var. Renksiz SO2, elektrofiltrelerden kaçan toz ve CO görünmüyor.
– Kül kaçakları filtrelerden, kül ara depolarından, konveyör ve aktarma yerlerinden meydana geliyor.
– Raporda, “bütün sınır değerler bitkiler için öldürücü sınır değerlerin çok üstünde” saptaması var. Nitekim raporda doğal kara ekosistemlerinin zararları da saptanmış. Tarım alanları, meyvelikler, bağlar, çeşitli bitki türleri ve kızılçam ormanları kurumuş. Kurumuş alanlar yeniden ağaçlandırılmış. Ağaçlandırmada kullanılan 25 türden bir kısmı yok olmuş. Kurumamış kızılçam ormanlarında yüksek oranda kükürt var. Varlıklı köylüler zarar gören tütün ve zeytinlikleri için dava açmış. Davaları kazanmışlar ve tazminat ödenmiş.
– Raporda kül miktarıyla ilgili çalışmada sadece bir birimden yılda 610 bin ton kül çıkarıldığı yer alıyor. Külde ağır metal oranı yüzde 0,074 olarak saptanmış. 1.200 gr’metreküp olarak alındığında krom nikel kurşun toplam ağırlığı 0.84 gr’metreküpe ulaşıyor. Buna uranyum (80 ppm) toryum ve diğer ağır metaller eklenince toplam 1.0 mg/metreküpüpü buluyor.Eğer bacadan 1200 mg/metreküpten fazla toz kaçarsa bu sınırları zorluyor.
Radyoaktif ağır metal gerçeği
Raporda yer alan ‘ağır metaller’ bölümüne bir parantez açmak gerekiyor. Turgut beldesindeki toplantıda santralların özellikle radyoaktif maddelere karşı ‘teyakkuzda’ olduğu ve tedbir aldığını öğrendik. Uzun yıllar santralde çalışmış emekli bir işçi özellikle elektro filtrelerde çalışan (üç vardiyada 150 işçi çalışıyor) işçilerin dozimetre taktığını söyledi. Dozimetre sadece radyoaktif madde ışınımını ölçen bir alet. Demek ki raporda yazdığı gibi, kömürün içerisinde radyoaktif maddeler olduğu gerçek. Bu ölçümleri sadace Atom Enerjisi Kurumunun (TAEK) yaptığını da ekleyelim. Bu bölümdeki işçilerin altı ayda bir akciğer filmlerinin çekildiğini, senede bir kere de check-up’tan geçirildiğini öğreniyoruz.
Ağır metal kirliliğinin sadece işçilere zarar verdiğini düşünmek safdillik olur. Nitekim Yatağan Santralında zaman zaman radyoaktif madde kaçağından ötürü alarm verildi. Bir başka tehdit ise kül barajında biriken ağır metallerin yeraltı sularına karışarak halk sağlığını tehdit etmesi. Bu konuda da bir araştırma yapıldı mı? Şimdi durum ne? Bilinmiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, her türlü bilgi kamuoyundan gizli.
Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı ve Çevre Müsteşarlığı termik santrallere karşı!
Bermuda Şeytan Üçgenindeki üç termik santralı kömürle beslemek için açılan ocakları ve ocakların yok ettiği köyleri, zeytinlikleri, antik şehirleri içler acısı durumunu gördüğümde yıllar önce bölgede yaptığım gezi ve o sıralarda santrala karşı çıkan devlet kuruluşları raporları geldi aklıma. Gökova’ya yapılacak Kemerköy Santralı için Turgut Özal gazetecilere bir ‘ikna turu’ düzenledi. Duyarlı gazeteciler, STK’lar, turizm sektörü buraya yapılacak bir santralın ülkenin gözbebeği Gökova Körfezine hançer gibi saplanacağı söylüyor, santral inşası bölgeye ihanetle eş tutuluyordu. Hatta devletin konuyla ilgili birimlerinden Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı santral yapımına karşı görüş bildirdi. 1984’de Çevre Müsteşerlığı raporunda şu ifadeler yer alıyordu:
“Gökova Körfezi ve çevresi, fiziksel ve biyolojik özellikleri nedeniyle başta hava kirliliği olmak üzere, çevresel etkilere karşı son derece duyarlıdır. Termik santralın çevresel etkileri başta gaz atıklar olmak üzere sıvı ve katı atıklarla kirlenme, doğal çevre ile uyumsuzluk gösteren bir faaliyet olarak görüntü kirliliği getireceği, kentleşme yükü ve çıkaracağı gürültü olarak sıralanabilir. . . Geçmişteki ihmallerin ve hataların pahası bügün ödemek zorunda kalındığından, geleceği bugünden düşünerek bu türden ihmal ve hatalarda bulunulmaması, yeni yöresel çevre sorunlarının ortaya çıkmamasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Gökova Körfezi ve çevresi tüm özellikleriyle böyle bir özenin gösterilmesine fazlasıyla layıktır.”
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 7 Haziran 1984 tarihli Kemerköy Termik Santralı konulu yazısında ise Çevre Müsteşarlığı ve Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığının olumsuz görüşleri nedeniyle Kemerköy Santralına ön izin vermediğini açıkça belirtiyordu:
“Muğla ili Milas ilçesi, Kemerdere Bucağında TEK Genel Müdürlüğünce kurulması planlanan Kemerköy Termik Santralına ait teklif, Bakanlığımız koordinatörlüğüde sürdürülen, Toprak ve Tarım Reformu Müsteşarlığı ve Tarım ve Orman ve Köyişleri Bakanlığı temsilcilerinin de katılmakta olduğu Sanayi Arsaları Tetkik Komisyonunda görüşülerek konuya ilişkin ilgili kuruluş görüşleri bakanlığımıza iletilmiştir. Konuya ilişkin, Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının görüşleri olumsuz olduğundan, anılan tesislere Bakanlığımızca ön izin verilmediği aynı gün ve sayılı yazımızla TEK Genel Müdürlüğüne ve Valiliğe bildirilmiştir.”
Ancak bu olumsuz görüşlerin hiçbirisi dikkate alınmadı. Turgut Özal, Polonyalı Elektrim firmasının Türkiye temsilcisi Kavala Grubunun ve inşaatın hafriyat işlerini üstlenen Enka Grubunun ‘isteğini’kırmadı. Emir demiri kesti ve ‘yap’ emri çıktı!
TEK Genel Müdürlüğünden santral temsilciliğine!
Burada da bir parantez açıp Türkiye’de kamu kurumlarında üst düzey görevli kimi bürokratların sanayi lobileriyle nasıl içli dışlı olduğunun halkın sağlığını, doğayı kısacası bir ülkenin geleceğini nasıl çöpe attığının ‘anlamlı’ bir örneğini ele alalım. Hikmet Çetinkaya’nın Bodrum Sürgünleri kitabında Kemerköy Santralı yapım sürecini anlatan bölümde bölgeyi ziyaret eden gazeteci Uğur Mumcu’nun TEK Santraller Dairesi Başkanı Yahya Işıtan’la yaptığı röportajda sordukları aktarılıyor:
“Kemerköy Santralının yapımını üstlenen Polonya Elektrim firmasının şu anda Türkiye temsilcisi Kamil Toktaş Bey, bu santralın yapımı için TEK Genel Müdürü iken mukaveleyi imzaladı mı?
Bu sorunun cevabı ‘evet.’ Fakat Yahya Işıtan bürokrat kıvraklığıyla, “Efendim, bu politik bir soru, cevaplayamam” diyor. Aslında Işıtan’ın cevapsız bıraktığı bu soru bölgenin termik lobisine haraç mezat teslim edildiğinin açık kanıtı.
Nitekim o günlerde yörede yaptığımız gezi ile bugun yaptığımız gezi bu haraç mezatın ulaştığı boyutu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor!
7 köy yok oldu, 23’ü sırada!
O günlerde Yatağan Termik Santralı açık kömür ocaklarının bulunduğu alan Sek Köyünü kapsadığı için kamulaştırıldı. Yurttaşların bir bölümü Gökçeada’ya yerleştirildi. Yatağan’daki Eskihisar Köyünün akıbeti de aynı oldu. Bugüne geldiğimizde, üç santralin kömür ihtiyacını karşılamak için açılan ocakların arsızlığını artık bir-iki köy gideremiyor. Bugün itibariyle yedi köy yerle yeksan, 23 köy topyekûn yok olmaya gün sayıyor. Örneğin Yeşilbağcılar, Yatağan-Turgut Beldesinin bir köyü. Kömür ocağı köy sınırlarına dayanınca santral patronları bir yolunu bulup köyün tarlalarını satın alarak köylüleri ‘fırlatıp atmış.’ Şöyle düşünün; Yeşilbağcılar’da doğup büyümüş bir anne ya da babanın çocuğunun elinden tutup, “Bak evladım burası bizim köyümüzdü. Biz şu bahçede erik toplardık, bu ağaca tırmanırdık, şu çeşmeden su içerdik, gördüğün ev büyükbabamın eviydi” deme şansı yok. Yeşilbağcılar sakinlerinin geçmişi silinmiş. Köy tarumar olunca ailelerin kimisi göçmüş. Göçmeyenler için tek katlı evlerden müteşekkil bir ‘getto’ köy inşa edilmiş. Ama gelin görün şimdi bu getto köy de yıkım tehdidi altında!
Mevcut eğilim, Turgut Köylerini yuttuktan sonra duracağa benzemiyor. Çünkü Yatağan Santralının sahibi Bereket Enerji Turgut’un tarlalarını, zeytinliklerini, merasını hatta mezarlığını topyekûn ortadan kaldırmakta kararlı. Adım adım arazileri satın alıyor. Zeytinlikler sökülüyor. Bir zamanlar Yatağan’ın en kalabalık ve tarım üretimiyle geçinen beldesi şimdi tarlalarını santrale kurban veriyor. Bu kurban töreninde ülkede tarımsal üretimin gözden çıkarılmasının da büyük payı olduğunu hatırlatalım. Küçük üreticiyi korumayan, örneğin tütün ekimini daraltıp onun yerine alternatif tarım politikaları üretmeyen, hayvancılığı desteklemeyen devlet, köylüyü-kasabalıyı hatta artık kentliyi kömür, maden, mermer, taş ocakları, HES, RES ve diğer rant tesisi kurulmak üzere sermaye sınıfının insafına terk ediyor.
Küçük çiftçiyi hayattan ‘silme’ operasyonu!
Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Ege’de de bu talan mekanizması mükemmel işliyor! Soma’da maden kazasında ölen 301 işçinin neredeyse hepsi yörede küçük çiftçilik yapan ailelerin çocuklarıydı. İşte böyle bir yoksulluğa itilmiş, üretimden kopmuş Turgut’un köylüsü de aynı yolun yolcusu. Bir zamanlar nüfusu beş binlere varan yörenin en bereketli beldesinde, işsizliğin yarattığı göçten ötürü bugün nüfus 2 binin altında seyrediyor.
Turgut ve çevresindeki maden sahalarına yaptığımız gezide köylünün işsiz-güçsüz ve topraksız bırakılmasının yanı sıra bu yöreye özgün başka katmerli sömürü mekanizmalarını da gördük. İşletme sahipleri, üzerinde zeytin ekili verimli toprakları alt üst ederek önce kömürü ‘sağıyor.’ Ancak daha sonra bu toprakları düzenleyip üstüne tekrar zeytin ağacı dikiyor. Böylece binlerce dönüm zeytinlik sahibi oluyor. Nitekim yöredeki gezide kilometreler boyu ‘ağaçlandırma sahalarıyla’ karşılaştık. Aynı manzara yarın Turgut için de geçerli olabilir!
Turgut beldesinde bugün Bereket Enerjinin Turgut halkıyla arasında yaşananları gözlemleyince, belde sakinlerinin ikiye bölünmüş olduğu görülüyor… Turgutlu Kazım Erol’un kurduğu Turgut Yardımlaşma Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği çevresinde “Kat’iyen tarlalarımızı satmayız” diyenler, diğer yandaysa cazip fiyatlara dayanamayıp arsalarını elden çıkaran ve santralın hukuksuz girişimlerine sesini çıkartmayanlar.
Elleri yüzleri kömür karası krallar!
Bu ‘hukuksuzluk’ durumunun bugünkü Turgut halkı kadar beldenin çok eski sakinlerini de içine aldığını belirtelim. Turgut Köyü sınırları içerisinde Ege’nin en önemli antik kentlerinden birisi Lagina var. Osman Hamdi’nin ilk kazı yaptığı kent. Turgut’ta Osman Hamdi’nin kazı yaparken kaldığı ev müze olarak düzenlenmiş.
Yatağan Termik Santralını işleten Bereket Enerji ve kamu kurumları ‘kankalığı’ burada da kendini gösteriyor. Sezonda yüzlerce turistin ziyaret ettiği Turgut’un önemli geçim kapısı antik kent kendi haline terk edilmiş. Bunun başka bir göstergesi de antik kentin Turgut sınırları içerisinde yer alan mezarlarına yapılan ‘baskın’ kazı. Gezi sırasında zeytinlikler arasında kazı çukurlarıyla karşılaştık. Belli ki ocak belde sınırına dayanınca apar topar ‘hesapta’ antik kazı yapılmış. Kazı hukuksal mı, yani izinli mi? Çıkartılan antik ‘emval’ nerede?
Bir başka antik rezalet de Kral Yolunda yaşanmış. Yatağan’da yine kömür ocakları sınırında yer alan diğer bir antik şehir Stratonikeia var. Lagina ve Stratonikeia’yı görkemli bir Kral Yolu biribirine bağlıyor. Bu yolun uzunluğu yedi kilometre. Ancak gelin görün ki ocak sınırları nedeniyle bu yol 14 kilometreye ‘çıkartılmış.’
Gördüğünüz gibi, eski krallar bile yok edilmiş. Buranın yeni kralları, elleri yüzleri kapkara bürokratlar ve ocak sahipleri!