• cem iskender aydın
  • Yorum yapılmamış

Bravo, Romeo, Nectar ya da Pasifik’te Bir Ada Olmak

Atol diye bir yeryüzü şekli duydunuz mu hiç? Mercan adası da deniyor. Okyanus tabanındaki volkanik aktivite sonucunda, volkanın krater ağzında halka ya da yarım halka şeklinde oluşan adacıklar. 27 yılı aşan ve henüz geçen ay nihayete eren öğrencilik hayatımda coğrafya derslerine hep aşırı ilgili olmama rağmen, benim bu acayip yeryüzü şeklinden haberdar olmam ne yazık ki çok eski değil. Ülkemizde okutulan coğrafya derslerinde, en azından ben ortaokul ve lise öğrencisiyken, öğretildiğini hatırlamıyorum. Ne de olsa dersin adı milli coğrafya. Ülkemizde görülen bir şekil olmadığı için öğrenmedik belki de. Ama mesela Güney Pasifik’te sadece atollerden oluşan küçük ada devletleri var. Adlarını ülkemizde nadiren duyduğumuz Marshall Adaları, Kiribati, Tuvalu gibi ülkeler. (Belki o ülkelerin milli coğrafya derslerinde de peri bacaları, sıra dağlar, nehirler vesaire öğretilmiyordur, kim bilir?).

Rakım olarak ortalama yükseklikleri metrik sistemde genelde tek haneli sayılarla ölçülen bu harika adaların geleceği ise tehlikede. İklim değişikliğine bağlı deniz seviyesi yükselmesi, deniz yüzeyi ısınması ve aşırı hava olaylarının daha sık görülmesi nedeniyle bu mercan adalarının yaşayan insanların büyük bir kısmının yerlerinden yurtlarından olacakları bir geleceğe doğru gidiyoruz. Bazı adaların tamamen sular altında kalacağı bir gelecekten bahsediyorum. Bu devletlerden bazıları olası bir iklim felaketi senaryosunda adaları terk etme ve nüfuslarını başka yerlere taşıma planları bile yapmış durumdalar. Daha önce nükleer silah denemeleri sırasında kimi adaları zorunlu olarak terk etmiş halklar için aslında bu durum ne yazık ki pek de yeni sayılmaz.

2018’in ilk günlerinden baktığımızda, 2017 yılının iklim değişikliği ile mücadele siyaseti açısından hem küçük ada devletleri için, hem de kalan diğer tüm ülkeler için oldukça tantanalı geçtiğini görebiliriz. Örneğin 2017’de düzenlenen uzun uzun Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 23. Taraflar Toplantısı diye yazdığımız, kısaca COP23 dediğimiz müzakereler bir küçük ada devleti olan Fiji başkanlığında yapıldı. İlk kez bir Pasifik ülkesinin başkanlığında (ama lojistik sebeplerle Almanya’nın Bonn kentinde ve bir bakıma gelişmiş devletlerin himayesinde) gerçekleştirilen COP23, beklentilerin aksine, küçük ada devletleri için yine çok önemli kazanımlar olmadan sona erdi. Bunun en büyük nedeni ise birçok küçük ada devletinin varlıklarının devam ettirebilmek için ekonomik olarak ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerden gelen kalkınma yardımlarına muhtaç olmaları. Biraz da bu sebepten dolayı, çok laf, az iş nasıl olur, yine en ön sıradan gözlemleme imkânımız oldu ne yazık ki, bazılarının müzakere tiyatrosu dedikleri bu toplantı sayesinde. Sahnedeki oyunun başrolünde ise (ne yazık ki geçtiğimiz sene başka birçok konuda olduğu gibi), müzakerelere katılmamasına rağmen ABD Başkanı Trump vardı.

ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekildiğini açıklayan ve bir nevi iklim değişikliğiyle mücadele ile mücadele etmeye başlayan Trump, bir bakıma bu küçük ada devletlerini elinin tersiyle bir kenara attı. Bu ABD’nin kendisini bu ada devletlerinin kaderini belirlemede kendi kendini hak sahibi olarak gördüğü ilk durum da değil ne yazık ki. ABD, Soğuk Savaş döneminde Güney Pasifik’te onlarca (yaklaşık 70 adet) nükleer silah denemesi yaptı ve bu denemeler sırasında ve sonrasında binlerce insan zorunlu olarak göç ettirildi. Bu denemelerin en bilinenleri ise 1954 yılında gerçekleştirilen BravoRomeoKoonUnionYankee, ve Nectar (1) isimli, toplam büyüklükleri 48200 kiloton olan ve Marshall Adaları’ndaki Bikini Atolü’nün şeklini değiştiren altı adet nükleer deneme. Denemelerin ne kadar büyük ölçekli olduğunu anlamak için Hiroshima’ya atılan Little Boy isimli nükleer bombanın 15 kiloton, Nagasaki’ye atılan Fat Man isimli bombanın ise 21 kiloton güce sahip olduğunu hatırlayabiliriz (2).

2017 yılında hayatını kaybeden Marshall Adaları iklim baş müzakerecisi Tony de Brum, ülkesini iklim değişikliğinin olası etkilerine karşı savunmadan evvel, uzun süre nükleer karşıtı bir kampanya yürütmüştü aslında. ABD’yi Marshall Adaları’na verdiği zararlardan ötürü mahkemeye bile vermişti hatta. Her ne kadar dava (politik sebeplerden ötürü) düşürülse de, Tony de Brum’un mücadelesi yine de oldukça ses getirdi. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT – Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear) en ateşli savunucularından da biriydi Brum (3). İklim değişikliğinin de, nükleerin de insanlığın geleceği için çok önemli tehditler olduğunu üç maymunu oynayan birkaç tane hegemon devlete anlatmaya çalışarak geçen bir ömür oldu onunki. Ama ne yazık ki söyledikleri görmezden gelindi.

Nükleerin yıkıcı etkilerin görmezden gelenler sadece nükleer silah sahibi devletler değil ne yazık ki. Tamamen nükleer silah yapmak için gerekli plütonyumun üretim süreci sonunda ortaya çıkan atık ısıyı elektrik enerjisine dönüştürme fikri üzerine kurulu olan nükleer enerji endüstrisi var bir de. Eisenhower’ın “Barış için atomlar” (Atoms for Peace) programının meyvesi bir endüstri bu. Lobi yapmaya henüz iklim müzakereleri BMİDÇS çatısı altında yapılmadan önce başlayan bu endüstri, yıllardır nükleer enerjiyi iklim değişikliğine karşı bir çare olarak parlatmaya çalışıyor ısrarla.  Şimdiye kadar yazılan beş ayrı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuna da bir şekilde nükleeri “çarelerden biri” olarak sokmayı başarmış durumdalar hatta (4). COP23’te de boş durmadılar yine. Çeşitli yan etkinliklerde nükleerin nasıl düşük karbon teknolojisi olduğunu (atık ve güvenlik risklerini es geçerek) anlatıp durdular (5). Onlar nükleer enerjiyi övüp, “nükleer Rönesans” adını verdikleri 1970’lerdeki gibi bir atılımı bekleyedururken, piyasa mekanizmaları bile onların aleyhine çalışıyor ve dünyada çok hızlı bir yenilenebilir enerji dönüşümü yaşanıyor.

Pasifikte küçük bir ada devleti olmak uzaktan kulağa çok hoş geliyor. Küçük bir adada, mutlu mesut yaşayan, balık tutan, beyaz kumsallarda hindistan cevizi sütlerini içerken bir birlerine hikâyeler anlatan halklar hayal ediyordum ben, bu meseleleri okuyup öğrenmeden evvel. Ama kapitalizm ve varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu üretim-tüketime dayalı düzen sizi dünyanın en uzak köşesinde bile buluyor bir şekilde (6). Dün nükleer bomba olarak, bugün sıklığı ve şiddetleri artmış tayfunlar olarak, yarın da yükselen bir deniz olarak.

Pasifik’te yalnız bir ada olmak bile yetmiyor mutlu olmaya.

 

Notlar:

1) ABD’nin 28 Şubat – 13 Mayıs 1954 tarihleri arasında Güney Pasifik’teki Bikini Atolü’nde gerçekleştirdiği nükleer testlerin isimleri. 
2) Dünya’da şimdiye kadar gerçekleştirilen tüm nükleer denemelerin detaylı bir listesi için: Yang, X., North, R., Romney, C., & Richards, P. G. (2003). Worldwide nuclear explosions. International Geophysics Series, 81(B), 1595-1600.
Bütün bu testleri Dünya haritası üzerinde görmek için ise Washington Post’un gerçekleştirdiği animasyona bakabilirsiniz. https://www.washingtonpost.com/graphics/world/nuclear-tests/?utm_term=.e3fc174598bf
3) Tony de Brum hakkında yazılmış detaylı bir anma yazısı için: http://www.climatechangenews.com/2017/08/22/tony-de-brum-marshallese-climate-anti-nuclear-crusader-dies-aged-72/
4) Nükleer enerji neden iklim değişikliğiyle mücadelede etkin bir çözüm değil, okumak için: http://www.dont-nuke-the-climate.org/
5) Sevgili Pınar Ertör bu konudaki ilk elden gözlemlerini İklim Postası’na yazmıştı: http://www.iklimpostasi.org/2017/11/13/nukleer-enerji-iklim-degisikligi-mucadelesinin-bir-parcasi-olabilir-mi/
6) Bu noktada konusu açılmışken Jason W. Moore’un geçtiğimiz ay çevirisi Epos yayınlarından çıkan “Hayatın Dokusundaki Kapitalizm Sermaye Birikimi ve Ekoloji” (Capitalism in the Web of Life: Ecology and the Accumulation of Capital) isimli kitabını edinmenizi öneririm. Aynı yazardan Ekoloji Kolektifi’in çevirisini yayınladığı “Ucuz Doğanın Sonu” ise buradan indirilebilir:
http://ekolojikolektifi.org/wp-content/uploads/2017/11/ucuz_doganin_sonu_jason_w_moore_eisbn_978-605-82832-6-8.pdf

Yazar cem iskender aydın