Bir yandan ortaya atılan yeni küresel anlaşma metinleriyle, küresel hukukun bozulan ezberini yeniden toplama niyetleri sergileniyor, diğer yandan ise küresel adaletsizliği derinleştirecek şekilde ülkelerin gıda, su, tohum ve enerjide bağımlı rejimlere dönüşmesi tetikleniyor. Bu sistemden kopmaya yönelik her girişim bir tehdit olarak algılanıyor. Ekosistemi parçalayan bu kapitalist uygarlığın karşısında, ekolojik değerleri esas alan bir dünya sistemi gelişmek zorunda. Bunun için umutlu olmanın dışında sadece kendi sorunlarımıza kapalı bir düşünme biçiminden de çıkmaya çalışmalıyız. iklim tahribatı başta olmak üzere, aşırı iklim olayları bizim yeni yaşama adaptasyon sürecimizi hızlandıracak. Ancak, fiziki sınırlarımızla uyumlu bir dünya için, iyi bir dünya için yapacak çok şey var. Doğanın fiziki sınırlarının onarılmaz biçimde aşılması, bizim gibi sıradan insanların hayatını çekilmez hale getirecek. Ölmek değil de dert, bu kirlilik bu salgın, bu atık dünyasında sürünmek, rezil olmak, onursuzlaştırılmak.. Tahribatın kapsamını görerek önlemler almalıyız.. Mağdur devletler, mağdur toplumlar “Nasıl üreteceğiz, nasıl yöneteceğiz bu dünyayı?” diye sormalı ve ilk yanıtlamamız gereken sorunun da bu olduğunu unutmamalı.