Davaya konu olan santral 1911 ve 1939 yıllarında devlet tarafından inşa edilmiş olup 1999 yılında özel şirkete devredilmişti. Santrale sadece 4 metre mesafede ikamet etmekte olan başvurucular, devir işlemini takip eden yıllarda Tiflis Belediyesi’ne santralden kaynaklı oluşan hava, ses kirliliğine, elektromanyetik kirliliğe ve su sızıntısının verdiği rahatsızlığa ilişkin şikâyette bulunmuştur. Daha sonra santral yetkililerine dava açmıştır ama davalı santral yetkililerinin davacılara ücretsiz elektrik ve ısıtma temin edeceklerini taahhüt etmesiyle taraflar uzlaşmıştır. Bu anlaşmanın uygulanmaması üzerine başvurucular yeni bir dava açarak şikâyetlerini tekrar ileri sürmüştür. Yerel mahkemeye sunulan bilirkişi raporlarında santralin baca filtresi kullanmaması, teknik uyumluluk belgelerinde kusur olması, tampon bölge olmaması sebebiyle insan sağlığını tehdit edebileceği belirlenmiştir. Lakin mahkeme sadece iki davacının ses kirliliğine ilişkin iddialarını kabul etmiş diğer davacıların sağlık problemleri ve santralden kaynaklı kirlilik arasında somut bir illiyet bağı kuramaması sebebiyle iddialarını reddetmiştir. Temyiz sürecinde de sonuç alamayan başvurucular davayı AİHM önüne getirmiştir.
Davada hükümetin esasa yönelik savunması üç maddede özetlenebilir:
1- Başvurucuların sağlık problemleri ve santralden kaynaklı olduğu iddia edilen hava kirliliği arasında bir illiyet bağı bulunmamaktadır.
2- Santralden kaynaklı bir zarar söz konusu olsa bile, santral özel şirkete devredildiği için devlet, santralin yaydığı kirlilikten sorumlu tutulamaz.
3- Başvurucuların daha önce santral yetkilileriyle uzlaşması santralden kaynaklı rahatsızlıklara gönüllü olarak katlanmakta olduğunu gösterir.
AİHM davada sadece hava kirliliğine ilişkin iddiaları değerlendirmiştir. Bu kapsamda başvurucuların mağduriyetinin 8. Madde kapsamında değerlendirilebilmesi için şu prensiplere atıfta bulunmuştur:
1- Sözleşme münhasıran temiz bir çevrede yaşama hakkı içermediği için her çevresel kirlilik 8. Madde kapsamında değerlendirilemez. Başvuran şahıs doğrudan ve ciddi olarak çevresel kirlilikten etkilenmiş olmalıdır (Krytatos-Yunanistan, 2003)
2- 8. Madde kapsamında bir hak doğabilmesi için çevresel kirliliğin sağlığı ciddi anlamda tehdit etme seviyesine ulaşmasına gerek yoktur ama özel yaşama ve aile yaşamına olumsuz etkileri göreceli olarak belirlenebilecek bir asgari seviyeye ulaşmış olmalıdır (Lopez Ostra-İspanya, 1994).
3- Şikâyete konu olan hasar, modern şehir yaşamının özü itibariyle beraberinde getirdiği çevresel risklere kıyasla göz ardı edilebilir seviyede ise 8. Madde kapsamında bir hak doğmamaktadır (Dzemyuk-Ukrayna, 2014).
4- 8. Madde vatandaşların çevresel zararlara karşı korunması açısından Devletlere pozitif sorumluluk yüklemektedir (Guerra ve Diğerleri-İtalta, 1998).
Mahkemenin somut olaya yönelik değerlendirmesi şu şekildedir:
1- Bilirkişi raporlarında da belirtildiği üzere başvurucular santralin konumundan ve gerekli teçhizatı bulundurmamasından kaynaklı ciddi sağlık sorunları tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır.
2- Başvurucuların daha önce termik santral yetkilileri ile anlaşmış olmaları onların aleyhine yorumlanamaz.
3- Devlet, vatandaşları korumak için santralin lisans, kurulum, operasyon, güvenlik, denetim süreçlerini yönetmelidir ve gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Lakin özellikle denetim yükümlülüğünü ciddi ölçüde aksatmıştır.
4- Devlet, söz konusu termik santralin faaliyetinin menfaatine görüldüğü toplum ile bu santral sebebiyle özel ve aile hayatları olumsuz etkilenen bireyler arasında adil bir denge sağlamaktan aciz kalmıştır.
Bu sebeplere dayanarak 8. Madde ihlal edildiğine Mahkeme kanaat getirmiştir. Bu doğrultuda şu başlıklar altında kararı değerlendirmek mümkündür:
Termik santrallerin konumlandığı bölgelerde yaşayan bireyler çoğu zaman toplumun geneline doğrudan veya dolaylı olarak fayda sağlayacağı düşünülen bir yatırımın zararlarını üstlenmektedir. Jugheli davasında Mahkeme’nin belirttiği üzere, bir ülkede termik santral inşa ediliyorsa Devlet, gerekli belgelerle, termik santralin faaliyetindeki kamu menfaatinin, santrale yakın konumlanmış bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşama menfaatinden daha üstün olduğunu ispatlamalıdır. Mahkemenin bu duruşu, Jugheli-Gürcistan davasında başvurucuların lehine bir sonuç doğurmuş olsa da çevre sağlığı menfaatine bireyci bir bakış açısıyla yaklaşması açısından Mahkeme kararı eleştirilebilir. Eğer somut olayda santral hakkında bir fayda maliyet analizi yapılmış olsaydı ve santralin faaliyetinin ülkenin ekonomik refahı açısından önemli olduğu sonucu doğsaydı mahkeme buradaki toplum menfaatinin karşısına hangi bireylerin çevre sağlığı menfaatini koyacaktı? Sadece başvurucuların mı yoksa santralden kaynaklı hava kirliliğinin etki alanında yaşayan ama davaya müdahil olmayan yüzlerce bireyin, özellikle kırılgan grupların, gelecek nesillerin çevre sağlığı menfaatini mi? Bu sorunun cevabı önemlidir. Çünkü başvurucu konumundaki iki üç kişinin menfaati birçok insana iş olanağı ve birçok eve enerji sağlayan bir santralin kapanmasına yönelik devlete bir ödev yükleyecek yeterlilikte kabul edilmeyebilir. Bu bağlamda- Joseph Raz’ın geliştirdiği teori ve Mahkemenin çevre davalarındaki uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda-[1]başvuran bireylerin menfaati yeteri kadar güçlü olmadığı için bir hakları da doğmayabilir. Nitekim Kyratos-Yunanistan davasında Mahkeme’nin bu bakış açısının başvurucuların aleyhine sonuçlandığını görmekteyiz.
Özel işletmelere bağlı termik santraller lisans alırken ve faaliyete başlarken insan ve çevre sağlığı için gerekli önlemleri almış görünseler de santrallerin faaliyet sürecindeki tedbirsizlikleri ciddi tehlikeler oluşturabilir. Bu açıdan, Jugheli davasında belirtildiği gibi AİHS’nin 8. Maddesi uyarınca devlete yüklenen, vatandaşların özel hayatını, aile hayatını ve sağlığını korumak gibi pozitif yükümlülükleri bu termik santrallerin etkin bir şekilde denetimini gerektirir. Fikrimizce Mahkemenin bu husustaki yorumu 8. Maddenin yatay etkisinin termik santraller açısından nasıl anlaşılması gerektiğini göstermesi açısından çok önemlidir. Türkiye’de, örneğin, Afşin-Elbistan A ve B Termik Santrali Ünitelerinde sık sık yangın çıktığı, kazalar yaşandığı ve halkın da sağlık sorunlarının yıllar geçtikçe daha çok fark edilir duruma geldiği’[2] bilinmektedir. Bu problemlerin süreklilik göstermesi, şikâyetlerin dikkate alınmaması devletin denetim yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirdiğini sorgulamamıza sebep olmaktadır.
Mahkemenin, başvurucuların daha önce tazminat karşılığında santral yetkilileriyle anlaşmış olmasını onların aleyhine yorumlamaması ciddi önem taşımaktadır. Lakin mahkeme neden böyle bir yorumda bulunduğunu açıklamayarak karar gerekçesinde bir boşluğa sebep olmuştur. Böyle bir yoruma iki farklı gerekçe sunulabilirdi. İlk olarak vatandaşlar uzlaşmaya gittiği dönemde santralin sağlıkları üzerindeki olası etkileri konusunda tam olarak bilgilendirilmiş değillerdi. Onların bu konuda bilgilendirilmesi Devletin sorumluluğu kapsamında kabul edilebileceği için vatandaşların kabul ettikleri zararın tam olarak bilincinde olduğu söylenemez. İkinci olarak, insan sağlığına tehdit yarattığı tespit edilen bir santrale karşı açılan davadan tazminat koşuluyla feragat edilmiş olsa bile Devletin zarar tespiti ve zarar giderilmesi yükümlülükleri son bulmamaktadır. Bu nedenle söz konusu davanın yürütülmesindeki menfaat devam etmektedir.
Mahkemenin kararına göre termik santrale karşı 8. Madde kapsamında bir hak iddia edilebilmesi için santralin halk sağlığını tehdit etmesine gerek yoktur; özel hayattaki ve aile hayatındaki ‘ciddi boyuttaki’ bir huzursuzluk, rahatsızlık hak iddia etmek için yeterlidir. Modern yaşam sınırları içinde göz ardı edilebilir derecedeki rahatsızlık ciddi boyutta kabul edilemez. Yalnız Mahkeme, nelerin modern yaşamda katlanabilir rahatsızlık kabul edilebileceği ve bir rahatsızlığın hangi şartlarda ciddi boyutta kabul edilebileceğini belirlemek için mevcut davada esas aldığı parametresinin ne olduğu konusunda sessiz kalmıştır. Somut olaydaki santral, başvurucuların ikamet ettiği apartmana sadece 4 metre uzaklıktadır. Mahkeme bu davada yakınlık derecesini bir parametre olarak kullanmış olabilir. Lakin çevresel bozunumların özel ve aile yaşantımıza etkisini belirlemek için kullanılabilecek tek parametrenin yakınlık olamayacağı açıktır. Bu sebeple, Mahkemenin bu konudaki sessizliğini olumlu bir tutum olarak da görebiliriz.
Sonuç olarak Jugheli davasında sadece somut olayda aile hayatları olumsuz etkilenen bireyler ve santralin faaliyetinin menfaatine görüldüğü toplum arasında bir menfaat dengesi kurulmuş olsaydı bile bu ne kadar adil bir denge olurdu, tartışılabilirdi. Buna rağmen Mahkemenin Devletten termik santral faaliyetlerine izin verirken ve santrali denetlerken hassas olmasını ve bir denge kurmaya çalışmasını talep etmesi pozitif bir adım olarak kabul edilebilir.
[1] Joseph Raz, “The Morality of Freedom”, Clarendon Press. sf 208. AİHM kararları örneğin; Kyrtatos-Yunanistan, 2003, 41666/98. Hatton ve Diğerleri-Birleşik Krallık, 2003, 36022/97.
[2]Kılagöz Gülcan,” Bebekler kanser hastası olarak doğuyor”
http://www.cagdasses.com/emek/68072/bebekler-kanser-hastasi-olarak-doguyor, Erişim tarihi:18.08.2017