Bu soruya kestirmeden en hızlı verilen yanıtlar ise yeni iklim koşullarına uyumlu gıdalar üretmekten geçiyor. Gıdanın sanayi sektörünün bir parçası haline gelmesi, teknoloji odaklı kestirme yanıtların da giderek daha fazla hüküm sürmesine yol açıyor. Bu iklim krizini, özellikle kimya ve tohum tekelleri büyük bir sevinçle izliyor. Ülkelerin geleneksel tarım koşullarını yitirmesi, biyolojik çeşitliliğine uygun tarımsal yöntemleri kaybetmesi neticesinde tek tip tarıma dayalı gıda sistemini ve bu sistemin temel girdisi olan tohum ve ilaca dayalı tarımla dünya üzerinde hakimiyetlerini yeniden perçinleyeceklerini biliyorlar.
Biyolojik çeşitliliğin korunması, farklı tarımsal yöntemlerin geliştirilmesi, tarımsal üretimde fikri hakların üretici temelli koruma altına alınması kadar önemli bir sorun ise gıda yoksulluğuna karşı nasıl bir organizasyon içinde olacağımız.
Dünya genelinde gıda sektöründe muazzam bir israf, milyonlarca insanın açlığının devam etmesiyle mümkün olabiliyor. Türkiye’de de her gün milyonlarca ton gıda aynı biçimde israf ediliyor. Sadece gıda değil, gıdanın üretim sürecindeki tohum, su, toprak da benzer savurgan üretim yöntemleri nedeniyle daha fazla kirleniyor, yok oluyor.
Gıdalardan kaynaklanan sağlık sorunları, sağlık sektörünün de iştahını kabartmasına karşın, aynı zamanda inceltilmiş yeni tüketim alışkanlıklarıyla “sağlıklı gıda” sektörünü de kabartıyor. Bu sarmal içinde hepimizi kuşatacak, üretimden tüketime kadar güvenli gıda sistemlerinin nasıl sağlanacağı sorusuna ise ülke genelinde verilmiş bir yanıtımız henüz yok. Ancak en azından belediye, mahalle ölçeğinde kimi yanıtların el yordamıyla oluşturulmaya başlandığına tanıklık ediyoruz.
Bu eksende Temmuz ve Ağustos aylarında peşi sıra sürecek iki dosya hazırladık. Amacımız iklim değişikliği karşısında adaptasyon gücümüzü yükseltecek gıda sistemlerine nasıl yönelebiliriz sorusuna yanıt aramak.