Seçim öncesinde iklim değişikliğinin bir “zırvalık” olduğunu söylediğinde, Trump’ın seçimi kazanacağı ve dünya siyasetinde belirleyici bir aktör olacağına dair ışık görenlerin sayısı pek fazla değildi. Fakat Trump, kısa bir süre sonra, iklim politikaları başta olmak üzere, küresel sürdürülebilirlik konusunda ardı arkası kesilmeyen adımlar atmaya başlamıştı. Yeni muhafazakârların atılgan temsilcisi Trump, dünyamıza nasıl bakıyor sorusuna da kestirmeden bir kaç hızlı yanıt verdi. Ordadoğu’da daha hızlı silahlanma, yenilenebilir enerji politikasından kopuş, kömür yatırımlarının azaltılmasına dair kararların ilgası ve göçmen politikasında keskin bir tutum. Pek tabi cinsiyetçi bir dille, ezilen müslüman toplumlara ve diğer ötekileştirilen halklara karşı duvar örerek sürdürülebilirliği sağlayan muhafazakar kapitalist sistem için yeni gerekliliklerin de penceremizden içeri girdiğine şahit olduk.
İkinci dünya savaşından sonra başlayan, küresel kurumlar eliyle omurgası oluşturulan evrensel haklar söyleminin de son durağına geldiğimizin işaret fişeği yakılmıştı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilirlik Konferansları’nın yansımasını görebileceğimiz ve küresel kalkınma tezlerinin de önemli gündemi haline gelen, “toplumsal sürdürülebilirlik” tarihin tozlu rafına kaldırılıyordu. Afrikalı, Asyalı milyonlarca göçmenin yaşama, barınma, gıda haklarının nasıl güvence altına alınacağı konularına daha kestirme yanıtlar üretiliyordu. Açılan çağ bir kitlesel imha çağı olarak imleniyor. Belli ki Avrasya’da yaşayan ve hala yediği ekmeğin, içtiği suyun tadını alanlar ne kadar şanslı olduğunu pek az idrak ediyor. Öyle olacak ki, hemen kıyımızda cereyan eden savaş koşullarında gelişen binlerce yeni virüs, hastalık ve salgının sınırlarımızdan içeri girmesiyle iklim değişikliği arasında da pek az bağ kuruyoruz. Tam bu sırada bir haber düşüyor ajanslara, “Avustralya’nın Queensland eyaletini vuran ve hızı saatte 270 kilometreye kadar ulaşan Debbie Kasırgası 35 binden fazla evde elektrik kesintisine neden olurken, 400 okul ve çocuk bakım merkezi geçici olarak kapatıldı.” iklim politikasını bir zırvalık olarak gören Trump’ı destekleyen Amerikan seçmenleri için de, iklim felaketleri bir Avusturalya kadar uzak; ama aynı zamanda da kıyametin kenarında olduğumuzu vurgulayan yeni peygamberlerin söyledikleri bir o kadar kıymetli görülüyor. Başlangıçta çelişkili gibi duran bu siyasal dil, yeni toplumsal unutkanlık ve var olma halimizin özeti durumunda. Küresel iklim değişikliğine yol açan, kapitalist küreselleşmenin mutlak değiştirilemezliği bir kez kabul edildiğinde, sistemin toplumu sürüklediği koşulların bir kıyamet olarak kavranması pek ala göz ardı edilebilir. İklim değişikliğinin yarattığı yeni toplumsallığın ve ekolojinin fırtınalı koşullarına adaptasyonun da yeni muhafazakâr söylemde bir takım zorunlu uğrakları ortaya çıkmaktadır.
Bu uğrakların en başında, yeni malthusçu tezlerin her daim pişirdiği “dünya nüfusunun azaltılması” gerekliliği söylemi yer almaktadır. Bu söylemi perçinleyen olgular da peşi sıra diziliyor. Dünya kaynaklarının kıt olduğu ve bu nedenle de kalabalık nüfusun bu kaynaklardan yararlanmasının etik olamayacağı genel kabul görüyor.
Fakat, bu kaynakları kıt haline getiren kimdir? Bu “kalabalık” gemi bir yolculuğa çıkmaktadır ve gemiden atılacakların tespit edilmesi gerekir. Gemiden atılacakları da gemiyi yine dingin limana götürecek peygamber belirleyecektir. Hardin’in Can Sandalı Etiği adını verdiği tezleri 21. yüzyılda, iklimin bir kıyamet koşulu olarak işlenmesiyle yeniden gündeme gelmiştir. İklim felaketini hem yadsıyan ve fakat aynı zamanda bu felaketlere “ötekilerin” sebep olduğunu ileri sürerek tehdidi olumsallayan yeni mesihyen ideolojilerin dünya genelinde hüküm sürmesini sağlayan çok kutuplu bir rejimler bütünüyle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmek zorundayız.
Bu ideolojik bütünlük, yeni mesihleri gündeme getiren, kitle seferberliği temelinde, düzenli düşman yaratarak kapitalist sistemin yeni varlık zemini haline gelmektedir. İklim değişikliğini bir “zırvalık” olarak yadsıyan ideolojik bütünlük aynı zamanda kitlesel imhaların önünü açan savaş ve silah programlarını da destekleyerek, yok saydığını da olumlamaktadır. 1990’lı yıllarda kentsel ve kırsal sürdürülebilirlik temelinde kapitalizme aranan çarenin vardığı uğrak şimdi burasıdır.
Bu manzaranın yarattığı toplumsallığın ise bilinemezlik ve yönetilemezlik geriliminde totaliter bir yaşam biçimini dayattığı da bir diğer gerçektir. Bu toplumsallığın kas sisteminin çökmesi, mesihyen ideolojilerin ve tutumların da hızla kabul görmesi veya kitleleri etkisi altına almasını mümkün kılmaktadır. Bugün Suriyeli milyonlarca evsiz nasıl ki Avrupa’da yeni mesihyen dalgayı kabartıyorsa, bu kabarmanın veya dalganın bir de geri dönüşü olmaktadır. İklim politikaları konusunda adalet talep etmek, bu anlamda gökyüzüne ellerini açan milyonlarca aç, yoksul, susuz kurt, kuş ve insan için maddi ve manevi varlığını yeniden kurma gerekliliğiyle ilgilidir. Bu nedenle mevzu, gemiden birilerini atmayı önüne koymuş yeni mesihlerin bu etik, politik ve iktisadi tutumunu adalet, hakkaniyet ve nesefatle sağıltma gereğiyle ilgilidir. Hepimizi geleceğin fosil kaynakları haline getirmekten imtina etmeyecek bu gemiye hızlıca binmeye çalışanları da büyük bir kasırganın beklediğini görüyor olmaları ve fakat yine de pılı pırtıyı toplamalarına da kulak kesilmemiz gerekir. Yaşama arzusunun biyolojik sınırlarında olabiliriz..