Türkiye’nin enerji politikasının nasıl biçimlendiği sorusuna verilecek yanıtın izini sürdüğümüzde, dönemsel siyasaları biçimlendiren kalkınma planlarının önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Ancak, kalkınma planları tek başına bu biçimlenmeyle ilgili veriler sunmaz. Çevre düzeni planları da enerji yatırımlarına yön verilmesi açısından önemlidir. Kalkınma ve çevre düzeni planları ulusal, bölgesel, küresel ölçekte meydana gelen siyasal ve ekonomik gelişmelerle biçimlenmektedir. Planlar, hukuki belgeler olarak bir ülkenin enerji görünümünü işaret etmekle kalmaz aynı zamanda ülkenin gelişme sürecinin farklı özneleriyle ilgili de fikir verir.
Enerji ve planlama ilişkisinin üç temel aktöründen bahsetmek mümkündür. Bu aktörler, merkezi idare, yatırımcı ve yurttaşlardır. Devletin merkezi yönetim teşkilatları açısından, enerji politikasının planlanması, enerji arzını ve üretim maliyetlerini ön plana alan bir bakış açısıyla şekillenmiştir.
Enerji sektörüne yatırım yapan sermaye ise enerji arzını sürekli kılacak bir enerji piyasasının işleyişine odaklanmaktadır. Daha fazla enerjiyi daha ucuza üretmeyi ve daha fazla karla satmayı, buna yönelik hukuki süreçleri kolaylaştırmayı denetim mekanizmalarını esnetmeyi, enerji üretimine yönelik teşvik sistemlerini geliştirmeyi esas almaktadır.
Enerji, her türlü toplumsal gelişmenin, içinde yaşadığımız modern uygarlığın başat ve olmazsa olmaz metası haline gelmiştir. Bir üretim aracı olduğu kadar bir tüketim malıdır da. Bu nedenle de bir toplumun yaşam biçiminin enerji üretim biçimleriyle arasında sıkı bir ilişki vardır. Nasıl ki şirketler enerjiye kar elde etmek için yaklaşıyor ve farklı enerji şirketleri bu eksende en doğru sistemin kendilerine ait olduğunu ileri sürüyorsa yurttaşlar da kendi çıkarları için enerjinin nasıl üretilmesi gerektiği konusuna odaklanmak zorundadır. Enerjinin nasıl üretileceği sorunu, nasıl bir yaşam kurulacağı sorunu ile birebir ilişkilidir.
Bu çalışmada, enerji ve planlama ilişkisine Türkiye’deki yasal mevzuat ölçeğinde ve daha özelinde Çevre Düzeni Planları temelinde yaklaşılmaktadır. Bu doğrultuda, enerjinin toplumsallığın üretim ve yeniden üretimindeki öneminin farkında olarak, enerjinin toplumsallaştırılmasının, demokratikleştirilmesinin ve adilleştirilmesinin mümkün olup olmadığı sorusu çerçevesinde mevcut yasal durumun analizi yapılmaktadır.
Kapitalist sanayi toplumlarının ve geç kapitalistleşen ülkelerin kapitalizme içkin en önemli ekonomik açmazı önemli doğal zenginliklerini, gelişmelerinde etkin bir üretim aracı haline getirememeleri olarak görülmektedir. Enerji üretim sürecinde hukuki, teknik ve iktisadi açıdan her türlü kolaylık sağlansa bile enerji üretiminin planlanmaması, yapısal ilerlemelerin sağlanamamasına yol açmaktadır.
Türkiye sermaye çevreleri, enerji, maden ve inşaat sektörleri üzerinden büyümeyi esas alan bir perspektife sahipken, bu eksenler arasında bütüncül bir gelişme modeli ortaya koyabilmiş de değildir. Hal böyleyken bugün tam tersi şekilde, enerji alanında uluslararası sistemin etkisi ve baskısından azade, kendi öz varlıklarına dayalı, yenilenebilir, yenilikçi, ekolojik, eşitlikçi, adil ve demokratik yaşamla uyumlu bir enerji planlamasına ihtiyaç vardır.
Bu ihtiyaç kentsel alandaki aşırı, plansız, özensiz, kısa erimli, projeci, enerji tüketimini tetikleyen yaklaşımlardan uzaklaşmayı da zorunlu kılmaktadır.
Bu ihtiyaca yönelik yaklaşımların nasıl geliştirileceği sorunu bu kapsamda bizlerin orta vadeli çalışmalarının konusudur. Enerjide yenilikçi, yenilenebilir, ekolojik bir yaklaşımın önünün açılması için mevcut yasal durumun planlama sorunumuz ölçeğinde ortaya konulması gerekir.
Planlama ekseninde ortaya konulacak bir yaklaşım, sanayiye dayalı ve kalkınmacı paradigma için dahi can yakıcı bir ihtiyaçtır. Gelişme politikaları açısından tüm ülkelerin olduğu gibi Türkiye’nin geleceğini planlamasında; su varlıklarını, gıda egemenliğini, temiz havayı, biyolojik çeşitliliğini koruyarak gelişmeyi nasıl sağlayabileceği sorunu önünde durmaktadır. İklim değişikliğinin yarattığı yeni sosyal ve ekolojik düzenin ülkelerin gelişme politikasında önemli dönüşümler yaratmak zorunda olduğu kabulünden hareketle “salt” enerji üretiminin, hedeflenen kalkınmanın gerçekleştirilmesinde yol açıcı olamayacağını en başından belirtmek gerekecektir.