Yoğun, boğucu bir yaz geçirdik. Ülkenin, bölgenin, dünyanın gündemi ruhlarımızı daralttı. Kah pes etmeye yüz tuttuk, kah kendimizi kapattık gündeme. Bir yanda egemeni tasdik eden olağanüstü hal, siyasi-iktisadi iktidarın kanatlarında 14 yıl sonra herkesin gözü önünde gerçekleşen kanlı boşanma, halka ve insanlığa karşı işlenen suçlar için cezasızlık halinin devamı. Diğer yanda senelerce malum güç koalisyonuyla el ele altı oyulan kamu sektöründen sendikalı olduğu için, bir bankada hesabı olduğu için, bir bildiriye imza attığı için torba torba atılan beş benzemezler, ekoloji mücadelesinin yegane sesi olan kapısı mühürlü gazeteler, TV’ler, radyolar… Ağız dolusu “Hayır!” demesini bilen mücadeleler kimi zaman eziliyor ezilmesine ama dünya da dönmeye devam ediyor. Dünya döndükçe de umut baş vermeye devam ediyor. Bir yanda bu iktisadi-politik temaşada kartlar yeniden karılırken, dikkatle dinleyenler için yeni bir dünyanın ayak sesleri derin, ince ama kararlı biçimde duyuluyor.
Bu süreçte OHAL’in Türkiye’deki ekoloji mücadelesine en doğrudan müdahalesini yerli kömüre getirilen teşviklerle, ekoloji mücadelesine hukuk, imar, lisans, izin süreçlerini kapatmaya çalışan Madde 80 ile, yeni yeni yeniden Cerattepe direnişi ile, reddedile reddedile büyüyen DOSAB termik karşıtı mücadelesiyle, İstanbul’un ölüm fermanı 3. Köprü’yü durduramasa da Ihlamur Parkı’nı koruyan mücadelelerle gördük, görüyoruz. Bütün bu direnişler, zaferler ve kayıplarımız aynı�zamanda bizi küresel iklim adaleti mücadelesinin en doğal tarafı kılıyor.
COP21 zirvesinden sonra Marakeş’teki COP22’ye bir ay kala bir kez daha keskin bir dönemeçteyiz. Bir ay içerisinde, beklenenden çok daha erken yürürlüğe girecek olan Paris Anlaşması her ne kadar neoliberal küresel çevre yönetişiminin yeni konturlarını çizmiş olsa da deredeki suyun, ormandaki taşın, kırdaki kentteki çocuğun, büyüğün, ezcümle hayvanın adil, eşit, paylaşımcı, katılımcı, özgür bir yeni dünya mücadelesi bitmiş değil. Bitmek ne kelime! Daha yeni başlıyoruz! Bu başlangıçta da ilk olarak Oil Change International’ın yeni raporundaki basit aritmetiği hatırlatan Bill McKibben’in denklemini aklımızda tutuyoruz: Yeryüzündeki tüm kanıtlanmış fosil yakıt rezervleri 942 gigaton karbon barındırıyor. Bizimse görece güvenli addedilen 2 santigrad derece altında kalabilmek için tek şansımız yüzyıl sonuna kadar 843 gigaton karbon salımını aşmamak. Yani kömürü, petrolü, doğal gazı ait oldukları yerde, toprağın altında tutmak. Hesap net, vaziyet açık. Bu sistem böyle gitmez. Gider gitmesine de bildiğimiz şekliyle yeryüzünde hayatı bitirecek bu yıkıma gitmesine biz izin veremeyiz. Bunun içindir ki küresel iklim adaleti mücadelesini tüm yerel ekoloji hareketleriyle birleştirmek, pekiştirmek ve ölçekler arası siyasal alanın göbeğine koymak bugün bizlerin her zamankinden çok ödevi.
Dosyamızın bu sayısında tam da bu işi yapmaya aday “başka türlü bir şey..” isteyen yazılara yer verdik. İlk olarak 1,5 derece tartışması hakkında yüzümüze buz gibi bir kova soğuk su çarpan bir yazıyla açıyoruz. Bunu George Monbiot’un fosil uygarlığında kanaat ve rıza üreten medya eleştirisi takip ediyor. Buradan sonra topu Marakeş’teki COP22 hazırlıklarını yürüten Faslı iklim adaleti aktivistleri alıyor ve devlet eliyle sivil toplumculuğun sınırlarına dikkat çekiyorlar. Fas’tan sonra durağımız Almanya’daki yenilenebilir enerji dönüşümü. Küresel enerji devlerinin iştahını kabartan enerji kooperatiflerine baktıktan sonra bizden, toprağa, gıdaya dair bir hikayeye, DÜRTÜK’e yer veriyoruz. 2013 sonrası birer filiz olan bu tip örgütlenmelerin bize Gezi Direnişi’ni hatırlatmaması düşünülemez, bu yüzden de Kolektif Ekososyalist Dergi 18. sayısında yer alan “Aliler” yazısına tekrar selam duruyoruz. Dosyamız yerli ve milli kalkınma hamlesinin en önemli duraklarından biri olan havacılık sektörüyle kapanıyor. Dev altyapı, mega havalimanı, duble duble yol hikayelerine karşı küresel mücadelenin ayak seslerini dinleyerek bohçamızı bu seferlik dürüyoruz.
İyi okumalar