Geçtiğimiz yıl Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler iklim değişikliği konferansı gelecekteki iklim değişikliği ile mücadeleyi amaçlamaktaydı. Önceki toplantılarda (örneğin 2009 yılında Kopenhag’da düzenlenen COP15) tıkanan müzakereler ve zayıf tedbirlerden sonra Paris zirvesi daha farklıydı. Zirvenin sonucunda şekillenen Paris Anlaşması şunu öngörmekte:
İklim değişikliğinin etkilerini ve bağlantılı riskleri azaltmak adına küresel ortalama sıcaklık artışını endüstrileşme önceki seviyelere göre +2°C limitinin olabildiğince altında tutabilmek ve dahi mümkün olduğunca 1.5°C’yi aşmamak.
Anlaşma genel olarak temkinli bir optimizmle karşılandı. Pek tabii, bazı medya kuruluşları kısıtlarını kabul etmelerine rağmen anlaşmadan oldukça memnun oldu.
Benzer şekilde pek çok bilim insanı daha iddialı bir sıcaklık artış limiti benimsenmiş olmasından dolayı memnun oldu ancak pek çoklarının görmekte zorlandığı nokta ise 1.5°C sıcaklık artış limitinin altında kalmayı başarmanın neredeyse imkânsız olduğuydu…
Anlaşılan şu ki özellikle kamuoyu ve iklim bilimciler arasında neyin başarılabileceğine dair bir düşünce uçurumu var. Bu problemin çözümü medyanın iklim değişikliğini gerçek bir kriz olarak benimsememiş ve gerçek bir krizmiş gibi aktarmıyor oluşundan dolayı daha zorlaşmakta.
2015 yılında küresel ortalama sıcaklık seviyelerinin endüstrileşme öncesine göre 1°C’nin biraz daha üzerinde seyrettiğini, gördük. 2016’nın bundan daha da sıcak olması kuvvetle muhtemel… Bu yıl Şubat ve Mart aylarında sıcaklıklar endüstrileşme öncesine göre 1.38°C daha yüksek seviyedeydi. Kabul etmek gerekir ki bu değerler kuvvetli El Niño etkisinde olan tekil aylık ve yıllık değerler (yani küresel sıcaklıkların görece daha yüksek seyretmesi muhtemel) ancak ana fikir değişmiyor: 1.5°C sıcaklık limitini çok yakın bir gelecekte aşmaya doğru koşar adım yoldayız.
Şekil 1. Zaman çizelgesi küresel sıcaklık ortalamalarının ne zaman endüstrileşme öncesi seviyelere göre 1.5°C ve 2°C daha sıcak olacağına dair elimizdeki en iyi tahminleri gösteriyor.
Hâlihazırdaki seragazı salım gidişatımıza bakılacak olursa 1.5°C artışa önümüzdeki birkaç on yılda (2024 bizim en iyi tahminimiz) ulaşmış olacağız. Görece daha az iddialı hedef olan 2°C hedefi ise bu tarihten çok da uzak olmayan bir gelecekte aşılacak gibi duruyor. Bunun anlamı şu: taraf ülkelerin Paris’te uzlaştığı iddialı sıcaklık artışı limiti hedefi olan 1.5°C’yi aşmaya büyük olasılıkla sadece 10 yıl kaldı.Melbourne’daki bir üniversite araştırma grubu bu spiral grafikleri 1.5°C sıcaklık artışına ne denli yaklaşmakta olduğumuzu göstermek için yayınladı. Gerçekçi olmak gerekirse bırakın 1.5°C’yi, küresel sıcaklık ortalamasındaki artışı endüstrileşme öncesi seviyeye göre 2°C’de limitleyebilmek için bile çok az vaktimiz kaldı. Bu tespit küresel seragazı salımlarını hemen şu an tamamen sıfırlasak bile okyanus ve atmosfer etkileşimleri sebebiyle küresel sıcaklık ortalamasında neredeyse yarım derecelik bir artışın daha gerçekleşeceğini göz önüne alınca daha da anlamlı hale geliyor.
Kamuoyu, bilim insanlarının insan aktivitelerinin iklim değişikliği problemine büyük oranda sebebiyet verdiği tespiti üzerindeki uzlaşısını yakın geçmişe kadar büyük oranda hafife aldı. Benzer şekilde problemin aciliyetine dair de bir kamuoyu farkındalık eksikliği söz konusu… Pek çok insan iklim değişikliği problemine dair harekete geçmek için biraz zamanımız olduğunu ve iklim değişikliğinin en kötü etkilerinden korunabilmek için önümüzdeki on yıllarda seragazı salımlarını ağır ağır azaltmanın yeterli olacağını düşünüyor.
Maalesef gerçek bu değil. Aksine, seragazı salımlarını olabildiğince hızlı ve dramatik ölçüde azaltmamız gerekmekte. Bunun yanında atmosferdeki seragazlarının bir kısmını (henüz mümkün olmayan şekilde endüstriyel ölçekte) geri çekebilmenin yollarını bulmalıyız.
1.5°C ve 2°C limit hedefleri iklim değişikliğinin en tehlikeli etkilerinden kaçınabilmek için tasarlandı. Eğer gezegenimizdeki sıcaklık ortalamalarındaki artış bunlardan daha yüksek olacaksa etkiler kesinlikle daha kötü olacak. Ancak tehlikeli iklim değişikliğinin etkilerini daha şimdiden toplum ve çevre üzerinde gözlemlediğimiz etkilerden de anlaşılacağı üzere deneyimlemeye başladık bile!
Örnek vermek gerekirse, yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre 2003 yazında Avrupa’daki sıcak hava dalgası sürecinde rapor edilen ölümlerin pek çoğunun insan kaynaklı iklim değişikliği ile bağlantılandırılabileceği belirtiliyor. Dahası, diğer bir araştırma kapsamında büyük bariyer mercan resiflerinin 2016’da ciddi oranda ağarmasının ardında iklim değişikliğinin etkilerinin olduğu tespit edildi.
İklim değişikliği Avustralya’daki sıcak hava dalgalarından Britanya’daki şiddetli yağışlara değin tüm aşırı hava olaylarının yaşanma sıklığını (frekansını) daha şimdiden arttırıyor. Bu olaylar iklim değişikliğinin etkilerinin sadece küçük bir kısmı. Daha kötüleri biz gezegeni ısıtmaya devam ettiğimiz sürece kesinlikle yoldalar.
Paris Anlaşması kapsamında belirlenen hedefleri yüksek ihtimalle başaramayacağız ancak bu durum hükümetlerin koyuvermesi için asla bir bahane değil. Küresel ısınmayı sınırlandırabilmek için yapabileceğimizin en iyisini yapmamız şart. Hedeflerden bağımsız olarak şimdi ne kadar çaba sarf edersek etkiler o denli baş edilebilir olacak.
Özetle bu yazının tek bir mesajı olacaksa o da şu: hızlı ve etkin iklim değişikliği tedbirlerini şimdiden almak gelecekte daha az ölüm ve daha az çevresel yıkım anlamına geliyor.
Bu yazı ilk olarak 15 Ağustos 2016 tarihinde theconversation.com/we-have-almost-certainly-blown-the-1-5-degree-global-warming-target-63720 adresinde yayınlanmıştır.