Adaletsizliklerle bezenmiş iklim sorunu karşısında benimsenen farklı stratejiler olabilir. Bunlardan biri, deve kuşu taklidi yapmaktır. Bu, iklim adaletsizliği bir yana, iklimin değişmesi gerçeğini reddeden ya da hafife alan bir stratejidir. Deve kuşu stratejisinin ABD’deki siyasi temsilciliğini yapan bazı cumhuriyetçi senatörler, yıllardır iklim bulgularını düzmece-bilim olarak ilan etmekte, emisyonların kirletici ya da iklimi değiştirici bir etkisinin olmadığını iddia etmekte, bilim insanlarının kitaplarını satmak için abartılı değerlendirmeler yaptıklarından şikayet etmektedir. 1970’lerden bu yana değişen iklimin göstergelerine dikkat çekilmesine karşın, şu günlerde Senato’da Çevre ve Kamusal İşler Alt-Komitesi’nde tüm bu iddialar ve iklim bulgularının gerçekliği yeniden tartışmaya açılmıştır. 1 Ne kafalar kuma gömüldüğünde, ne de bulguların düzmece olduğu ileri sürüldüğünde, bir olgunun gerçekliği sona erer. Kaldı ki, iklimin değişmediği savı, gerçeği aramaktan çok, iktisadi, toplumsal ve siyasal statükoyu kırıntı düzeyinde bile olsa tehdit edebilecek herhangi bir çözüm çabasının önünü kesmeye yöneliktir. Ancak, böyle bir stratejiyle, iklim siyasalarının oluşturulması sekteye uğratıldığı için iklim değişmesi olgusunun toplum ve doğa bakımından yıkıcı etkilerinin yoğunlaşmasına neden olunur. Bu bakımdan, bu, bir çözümsüzlük stratejisidir.
İkinci strateji, CO2 (karbondioksit) fetişizmidir. Erik Swyngedouw CO2 fetişizmini şöyle açıklar: “çevresel düşlerimizin, arzularımızın, çekişmelerimizin ve siyasalarımızın onun çevresinde belirginleştiği bir şey olarak, fetişleştirilmiş bir yakarış olarak CO2.” 2Bir başka deyişle, iklim sorunu, kendinde bir başlangıç ve son olarak emisyonlara indirgenir; kapitalist düzenle, ona özgü sınıfsal ilişkilerle, toplumsal ve iklimsel adaletsizliklerle olan bağı göz ardı edilir ya da gizlenir. Ne toplumsal yapılar, ne de o yapılara gömülü şirketler, devletler, uluslararası örgütler gibi aktörler… Tartışmamız gereken tek şey emisyonlardır. Böyle olunca da CO2emisyonları olduğundan daha önemli, fetiş bir madde olarak görülür. CO2, yalnızca iklim değişimi biçiminde bir korkunun simgesi değildir, aynı zamanda bir değişim arzusuna da işaret eden bir fetiştir. Kyoto Protokolü’nde olduğu gibi, değişim isteği emisyon izinleri ticareti türünden piyasa mekanizmalarıyla karşılanacaktır.
Emisyonları azaltma arzusu, esneklik mekanizmaları gibi kimi muhasebe hilelerine iklimsel etmenleri özelleştirmeye, ticarileştirmeye, metalaştırmaya yönelir. Böylece, Swyngedouw’un işaret ettiği gibi, iki katmanlı bir indirgemecilik belirir: ilk katmanda karmaşık bir sürecin nedensel bir şey gibi CO2’ye indirgenmesi ve ikincisinde de CO2’nin metalaşması olarak, sermaye birikimi ve piyasa süreçlerinde CO2’nin bir metaya indirgenmesidir. Buradaki açmaz, sorunu yaratan piyasa ilişkilerini çözümmüş gibi sunmak, okulda sürekli kavga çıkaran kişiyi sınıf başkanı seçerek ödüllendirmektir. CO2 fetişizmine kilitlenmiş bir iklim siyasetinin sunduğu piyasa mekanizmaları, toplam etkisi bakımından emisyonları mutlak olarak azaltmaktan çok, azaltıyormuş gibi yapan, dolayısıyla önem atfettiği emisyonlar bakımından da çare üretemeyen önlemlerdir.
Üçüncü strateji, kıyametçi kehanettir. İklim kıyameti düşüncesi, bu gidişle toptan bir çöküşün yakın olduğu kehanetini ileri sürer. Bununla birlikte, yıkıma giden durumu yönetilebilir bir kriz olarak sunar. Yıkıma engel olmak üzere teknik-yönetsel acil eylemler uygulamaya konursa kıyametten sakınılabilir. Kıyamete engel olacak önlem önerileri, iklim dairesi, eşgüdüm kurulu, uyum fonu vb. yönetsel aygıtlardan emisyon ticaretine, karbon yakalama ve depolama projelerine, “zihni-sinir” benzeri yeryüzü mühendisliği (geoengineering) tekniklerine ve biyoyakıtlara kadar geniş bir yelpazeye uzanır.
Bu bir “kıyamet şimdi” düşüncesi değil, “kıyamet daima” stratejisidir; bütün insanlığı içeren, hiç kimseyi dışarda bırakmaması nedeniyle inananlar için bile cenneti değil yıkımı haber veren, hep bizi bekleyen, ama kriz yönetimi sayesinde gerçekleşmeyecek olan, daima ertelenmiş bir kıyamet. Bu strateji, kıyamet kabusunu kriz yönetimine çevirmekle kalmaz, kıyameti haber veren aktörü de kurtuluşu gerçekleştirecek peygamber olarak çözümün adresi kılar. O kadar ki, yönetsel-teknik kurtuluş reçetesiyle birlikte böyle bir kıyamet korkusunun beslenmesi, yurttaşları siyasallaşmaktan uzaklaştırır. Çünkü kıyamet korkusunun beslenmesi, kıyamete doğru yol aldığımız düşüncesini benimseyen liderlerin arkasından gitmeyi ve onların sundukları hazır kurtuluş reçetesi olarak kriz yönetimi önlemlerini desteklemeyi beraberinde getirir. Böylece, sorunu gerçekten çözecek başka bir yola, kapitalizm dışı bir iklim siyasetine gerek olmadığı sabitlenmiş olur. Siyasal değil teknik çözüm hazırdır, herkes gönül rahatlığıyla alışverişe devam edebilir. Bir yandan kıyamet senaryosu bir korku ekolojisi yaratırken, öte yandan halka, tekno-bilimsel elitlerin ve sosyo-ekonomik egemenlerin gerekli çözüm mekanizmalarına sahip oldukları güveni aşılandığı için, kapitalizmde gündelik yaşam olduğu gibi sürebilecektir. Görülüyor ki, deve kuşu stratejisiyle kıyamet habercisi strateji, çıkış noktaları bambaşka olmakla birlikte, mevcut düzenin sürmesini hedeflemeleri nedeniyle sonuçları bakımından benzerdir.
İklim bulguları farklı biçimlerde kullanılıyor olabilir. Noam Chomsky, ekolojik bozulma kanıtlarının iki ayrı biçimde sunulmasının mümkün olduğunu belirtir. İklim senaryoları, az önce gördüğümüz üzere, bir kıyamet kehaneti ve düzenin berkitilmesi olarak kullanılabilir. Kıyamete doğru gidişin, kimileri için adamsendecilik, vurdumduymazlık, kalan ömrünü kayıtsızca yaşamak biçiminde bir etkisi de olabilir.3 Bu, iklim siyasetini kötürümleştiren bir durum yaratır. Öte yandan, ikinci olarak iklim verileri, mevcut koşulların sürdürülmesinin olanaksızlığını göstermesi bakımından siyasal bir eylem çağrısı olarak kullanılabilir. 4 İklimle ilgili bulgular ve çözümlemeler, iklim siyasetinde köklü bir dönüşüm için toplumsal muhalefetin örgütlenmesine ve yükseltilmesine katkıda bulunacak biçimde halka anlatılabilir. İklim sorunu, böylece, kapitalist düzenle bağları kurularak kapitalizm karşıtı bir eksende siyasallaştırılabilir.
Ancak, iklimin siyasallaşması sürecinde, iklim matematiğinin kendiliğinden toplumsal muhalefet yaratacağını beklemek hatasına da düşülmemelidir. 6oC dereceye kadar ısınma senaryolarının, emisyon istatistiklerinin, iklim modellemelerinin, toplumu kendiliğinden etkileme gücü abartıldığında, değişen iklimin göstergeleri, sanki toplumsal değişimin doğrudan dinamiğiymiş gibi bir siyasal güce büründürülür. 5 Senaryoların, rakamların, modellerin önemini kimse yadsıyamaz, bunlar sayesinde iklimin değişmekte olduğunu kavrıyoruz. Ama halkı harekete geçirmek ve iklimi siyasallaştırmak için iklim matematiği tek başına yeterli olmaz. Bilimle siyaset arasında bir açı olduğu gibi bilimsel bulguların siyasallaşması için örgütlenme, siyasi özne, ideoloji vb. gibi ara yüzlere de gereksinim duyulur. 6 İklimin değiştiğini gösteren bunca rakama ve bulguya karşın halkın neden hala isyan etmediği sorusunun yanıtlarından biri, burada bulunabilir.
Son olarak üzerinde durulabilecek bir strateji de, yenilenebilir enerji fanatizmidir. Fosil kapitalizmi, en son örneğini 2014 yılında Soma’daki maden cinayetlerinde yaşadığımız gibi hem insana, hem doğaya kasteden bir düzendir. Fosil yakıt bağımlısı sermaye, ülke içi ve ülkeler arası toplumsal eşitsizlikler yaratmakla kalmaz, doğanın sömürüsüne ve emisyonlara yol açarak yaşamı da tehdit eder. Fosil sermaye düzeninde yenilenebilir enerji kuşkusuz emisyon miktarlarını azaltıcı etki gösterecektir. Bu bakımdan yenilenebilir enerji fanatizmi iklim değişikliğini yavaşlatabilir, ama iklim sorununu çözemez. Çünkü CO2 fetişizminde olduğu gibi, sorunu karbon emisyonlarından ibaret görür. Çözümü de, seragazı emisyonu yaymayan yenilenebilir enerjiye tutkuyla sarılmakta bulur.
“Büyü ya da yok ol” ülküsünün geçerli olduğu kapitalizmde üretim ve tüketim sürekli olarak artma eğilimindedir. Üretim ve tüketimdeki artış döngüsü enerjiyle mümkündür. Enerji talebinin azalması için bu döngünün kırılması gerekir. Enerji talebi azalmadığı sürece yenilenebilir enerji olsa olsa iklim sorununa bir yama işlevi görebilir. Kaldı ki, güneş enerjisinden elektrik üretildiğinde, ne doğanın çeşitli unsurlarının metalaştırılması ve doğanın kapitalist tahakkümü, ne de kapitalist toplumsal ilişkiler yok olur. Yukarıda tartıştığımız iklim adaletsizliğinin nedeni güneşten az yararlanılıyor olması değildir ki, güneşin enerji üretimindeki payı artırıldığında iklimsel ve toplumsal adalet beliriversin. Almanya’nın dünyada güneşten en çok yararlanan ülkelerden biri olmasına karşın, ev sahibi olduğu otomobil şirketlerinin baskısıyla Avrupa Birliği’nde trafiğe yeni çıkacak otomobillerin emisyon değerlerinin azaltılmasını sağlayacak düzenlemeyi yıllarca engellediği ve geciktirdiği unutulmasın. Yüzünü fosilden güneşe doğru da çevirse, kapitalizmde günün sonunda son söz, adaletsizliklerin yuvalandığı sermaye çıkarlarıyla şekillenir.
Bu yazı, Ekoloji Kolektifi tarafından yayınlanan “Doğa ve Kent Hakları için Siyasal Stratejiler” (editörler: Fevzi Özlüer ve Aykut Çoban) yayınlanan “Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti” makalesinden kısaltılarak alıntılanmıştır. Makalenin ve kitabın tamamı şu linkten ücretsiz olarak edinilebilir: iklimadaleti.org/i/upload/doga-ve-kent-hakki-978-605-83799-7-8.pdf
1. Kate Sheppard, “Republican Former EPA Chiefs try to Convince Senata GOP that Climate Change is Real”, the Huffington Post, 18.6.2014, www.huffingtonpost.com/2014/06/18/epa-republicans-climate_n_5509048.html?utm_hp_ref=green&ir=Green
2. Erik Swyngedouw, “Apocalypse Now! Fear and Doomsday Pleasures”, Capitalism, Nature, Socialism, Cilt 24, Sayı 1, 2013, s.13.
3. Anthony Giddens, The Politics of Climate Change, Polity, Cambridge, 2009, s.34.
4. Noam Chomsky, “The Greening of Chomsky: A Conversation”, A. Levy, C.Y. Gonick ve M. Lukacs’ın yaptığı söyleşi, Canadian Dimension, Cilt 48, Sayı 1, 2014, http://canadiandimension.com/articles/5874/
5. Anne Petermann, The System Will Not be Reformed, http://climate-connections.org/2012/07/24/three- responses-to-bill-mckibbens-new-article-global-warmings-terrifying-new-math/, 24.7.2012
6. Bkz. R. Keleş, C. Hamamcı, A. Çoban, Çevre Politikası, İmge, 7. Baskı, Ankara, 2012, s.83-86.