Doğanın bir parçası olduğumuzu unutmadan, herkesin çevresel adalet içerisinde hakça yaşayabilmesi için enerji kim için, ne kadar sorularının öncelikle sorulması ve enerji planlamalarını tüketim ilişkileriyle bir bütün olarak ele almak aciliyet taşıyor. Çevreyi kalkınma önünde bir engel olarak gören Devlet politikaları, yalnızca günümüzün yaşam koşullarını değil gelecek kuşakların da yaşama olanaklarını adım adım ortadan kaldırıyor. Sınırsız büyüme odaklı bir yaklaşım içerisinde kirli enerji-temiz enerji tartışmaları ile üretim teknolojilerinin birbirine alternatif olarak sunulmasının ise insanlığa ve doğaya bir fayda sağlamadığını yaşayarak görmeye devam ediyoruz.
Bu sebeple değişiklik kapsamında öncelikle kömüre teşvik verilmesi ve Türkiye’nin ısrarla fosil yakıtlardan vazgeçmemesi Paris Anlaşması ve COP 21 Zirvesinde verdiği emisyon azaltım taahhütünü nasıl yerine getireceğine ilişkin soru işaretlerimizi arttırıyor.
Öte yandan bu kez de bu taahhüt gerekçe gösterilerek, “temiz enerji yatırımlarının önünü açmak” amacı taşıyan değişiklikler, yatırımlar lehine şekillendirilen esneklik ve denetimsizlik hükümleriyle yenilenebilir enerji kaynaklarının yaratacağı sorunlara ilişkin kaygılarımızı da arttırıyor. Nitekim yenilenebilir enerji kaynağı olarak sunulan ancak “koruma-kullanma dengesi” nden yoksun havza plansız projelerle derelerin ve bağlı ekosistemlerin yok oluşuna neden olan HES’ler gibi, aynı kalkınmacı yaklaşımla topluma “dayatılan” güneş ve rüzgâr enerji santrallerinin de benzer bir doğa yok oluşuna neden olacağını öngörmek zor değil.
Bu yüzden ülkenin ihtiyacı olan şey, kalkınmacı politikaların yasal zeminini daha da sağlamlaştırmaktan değil; yenilenebilir enerji kaynaklarının dahi birer kirleticiye dönüştürüldüğü böylesi bir pratikte, tüm enerji projelerinin “sürdürülebilir kalkınma” ve “sürdürülebilir çevre” ilkeleri doğrultusunda yerel halkın kültürü, ekonomisi, ekolojisi ve yaşam alanlarını gözeten bütüncül politikalarla ve halkın çevresel kararlara etkin katılımıyla planlanması ve mevzuatın da bu yönde geliştirilmesinden geçiyor.
Ancak söz konusu yasa teklifi, enerji yatırımı teşvikleri ve öncellerini çevre politikalarından yoksun olarak kurguluyor. “Kalkınma”nın da varlık koşulu “çevre” iken; bütüncül bir enerji politikasından uzak bu yasa teklifi, kuralsızlaştırma ve denetimi azaltma yönündeki baskın eğilimiyle yine “koruma-kullanma dengesi” konusunda sınıfta kalmış görünüyor.