12 Aralık 2015 akşamında Fransa Dış İşleri Bakanı Laurent Fabius açıklıyor;
“Şimdi COP’u bu doküman içinde yer alan “Paris Anlaşması” başlıklı karar metnini kabul etmeye davet ediyorum. Salona bakıyorum. Görüyorum ki reaksiyonlar olumlu. Bir itiraz duymuyorum. Paris Anlaşması kabul edilmiştir”
Bu açıklama 30 saniye kadar sürüyor. Fabius “Salona bakıyorum” dediğinde şöyle bir kafasını kaldırıyor sadece. İtirazları duymak için beklemiyor bile. Ve anlaşmanın kabul edildiğini dünya âleme duyuruyor. Ondan sonrası alkış kıyamet. Herkes birbirini alkışlıyor. Bir an sanki Türkiye’de bir kasabada yerel seçim kampanyasındaymışçasına ve sanki sahnedekiler belediye başkan adayı ve belediye meclisi üyeleriymişçesine el ele tutuşup ellerini havaya kaldırarak aşağıdaki fotoğrafı veriyorlar.
Belli ki çok büyük bir tiyatronun içindeyiz. Anlaşma çoktan kapalı kapılar ardında kabul edilmiş. İtirazı olanlar itirazlarını yapmışlar. Bir kısım itiraz sahipleri susturulmuş, bir kısım itiraz sahipleri ise istediklerini almışlar. Artık sadece bunu sanki karar orada alınıyormuşçasına insanlara açıklamak kalmış.
İşte ben o andan beridir karmaşık duygular içerisindeyim. Bir şey başardık mı acaba?
Açıp okumaya çalışıyorum anlaşma metnini. Anlamıyorum. Hem İngilizce, hem de hukuk diliyle yazılmış metinde, bazen aynı cümleyi dört kere üst üste okuyup anlamaya çalışıyorum. Olmuyor. Bakayım insanlar ne yazmışlar diye interneti kolaçan ediyorum. Onlar da birbirlerine soruyorlar. Dayanamıyorum, COP boyunca beraber yatıp kalktığım “İklim Postası”nın Twitter hesabından soruyorum.
24 saat süren bu aşırı bilimsel kamuoyu yoklamasından ise aşağıdaki sonuç çıkıyor:
Oh, yalnız değilim. Hatta halkın iradesi tecelli etmiş ve %76 ile nitelikli çoğunluk arasındayım. Hayatımdaki nadir anlardan biri ve bu sefer azınlığın değil, çoğunluğun içindeyim.
İşte o günden bugüne üç haftayı aşkın süre geçmiş. Ve ben hala olan biteni tam olarak anlayabilmiş ve içimdeki “tiyatro izliyoruz” hissini atabilmiş değilim. Konunun uzmanı olarak konuşturulduğum yerlerde de etraftan duyduklarımı tekrar ediyorum. Ama size karşı dürüst olacağım ve şimdiye kadar gerçekten anladıklarımı (ki tamamen yanlış anlamış olabilirim) sizinle paylaşmak istiyorum:
Şuraya bakın. Anladığımı düşündüğüm her şeyde ya bir olumsuzluk, ya bir bilinmezlik, ya bir eksiklik, ya da bir muğlaklık var. Şöyle ki:
Çevre Politikası alanında çalışan David Schlosberg der ki, çevre adaletinin üç boyutu var: 1- Katılım, 2- Tanıma, 3- (Yeniden) Dağıtım. Çevresel ihtilaflar bu üç boyuttan birinde, ya da hepsinde birden var olan sorunlar nedeniyle çıkar. Biraz indirgemeci olduğunun farkındayım ve bu konuda Schlosberg’e katılmıyor olabilirsiniz, ama şu noktada Paris Anlaşması’na ve anlaşmanın çıktığı sürece bu çerçeve ile bakmanın yararlı bir zihin alıştırması olacağını düşünüyorum. Bakın ne durumdayız:
Gördüğünüz gibi kafamda sorular var. Cevapları sizdeyse lütfen bana anlatın. İklim adaleti sağlanmış oldu mu şimdi?
Cem İskender Aydın, Paris-Saclay Üniversitesi’nde Ekolojik Ekonomi alanında doktora öğrencisi. Çevre Adaleti, İklim ve Enerji Politikaları ve Çevresel Değerleme ve Değerlendirme alanında çalışıyor.