Paris iklim değişikliği zirvesi (COP21) 12 Aralık akşamüstü itibari ile sona erdi. Zirvenin en önemli resmi çıktısı hiç şüphesiz yeni iklim rejiminin çerçevesini belirleyecek “Paris Anlaşması” oldu. 2020 itibari ile geçerli olacak anlaşma metni karara bağlanırken, zirvenin ev sahibi Fransa ve bu diplomatik başarıya ortak olmaya çalışan Amerika “dünyanın artık kurtulduğu” propagandasını yapsalar da vaziyet pek de öyle değil.
Anlaşmanın onaylanmasından sadece bir gün önce dünyanın en saygın iklim ve yer sistemleri bilimcilerinin düzenlediği hıncahınç dolu basın toplantısında hâlihazırdaki metnin iklim değişikliğini 1,5C ile sınırlamak için yetersiz kalacağına dair bulgular paylaşılmıştı. Paris Anlaşması ulusal katkıların 2020’den sonra 5 yılda bir düzenli güncelleneceğini iddia etse de bilim insanları ve iklim adaleti hareketi sonucu temkinle karşılıyor. Peki, bu anlaşma dâhilinde özetle neler öngörülüyor? Bilim ve sivil topluma doğru düzgün kulak verilmeyen bu zirveden sonra ne olacak?
Anlaşmada küresel ortalama sıcaklık artışını 2C’nin olabildiğince altında ve mümkünse 1.5C’de dizginleyebilme amacı yer almakta. Ancak Paris anlaşmasında kilit durumdaki ülkelerin sundukları ulusal niyet beyanları (INDC) bırakın bu hedefe yaklaşmayı dünyayı 3C’ye varan ölçüde daha sıcak bir yer haline getirebilir. Bunun etkileri hiç de adil dağılmayacak ve toplumun ve ekosistemlerin en kırılgan kesimleri telafisi imkânsız zararlar görecek. Ana akımdan sıkça duyduğumuz “hepimiz aynı gemideyiz” retoriğinin çöktüğü yerdeyiz.
Aslında gerçek şu ki aynı gemide farklı kamaralardayız ve ilk kurtulanlar birinci sınıftakiler olacak. İklim krizine en fazla sebep olan ülkeler, katkısı en az olan fakat en fazla zarar görecek bu kesimlere finansal yardım yapmakta ve zararları tazmin etmekte hala isteksizler. Tüm bunlara rağmen Paris anlaşması politik bir zafer olarak sunulmak zorundaydı, öyle de oldu. Bilim insanları ile aynı doğrultuda itirazlarda bulunan sivil toplum kuruluşları sözde hedefler değil somut eylem takvimleri talep etmeye devam edecek gibi duruyor.
Bir taraftan Paris Anlaşması’nın son taslağı Le Bourget’deki dev konferans merkezinde beklenirken, olağanüstü hal altındaki Paris’te eylem yasağına rağmen on binlerce kişi #D12 “Son sözü biz söyleriz” çağrısına destek vererek sokağa çıktı.
Cumartesi sabahı Friends of the Earth’ün mobilize ettiği yüzlerce kişi Paris’te farklı yerlerde konumlanıp cep telefonlarıyla koordinatlarını paylaşarak “İklim Adalet Barış” sözcüklerini uydudan görünecek biçimde yazdılar. Devamında ise 2 haftalık diplomatik pazarlık halinin iklim krizine çözüm olmadığı ve iklim adaleti için tabandan dönüşüme ihtiyaç olduğu fikri “Kırmızı Çizgilerimiz” isimli eylemin merkezindeydi. Her ne kadar üzerinde uzlaşılan anlaşma metni 1,5C’den bahsetse de tüm azalttım hedeflerini üst üste koyduğumuzda bile ortalama 3C daha sıcak bir dünyaya yol aldığımız anlamına geliyor.
Bilim temelli, katılımcı, adil ve şeffaf bir siyasetin de bu eylemde yükseltilen iklim adaleti mücadelesinin temelinde yattığını söylemek gerekir. Gezegen üzerindeki yaşamı pazarlık konusu haline getirenlere inat eylemciler bir kırmızıçizgi çekip ‘buraya kadar’ da demiş oldular. Her ne kadar eyleme cumartesi sabahı Fransız polisi tarafından (düzenleyen hareketlerden bu yönde herhangi bir talep olmamasına rağmen) izin verilse de yürüyüş yasağının devam ettiği Paris’te La Via Campesina/Confederacion Paysanne üyelerini takip eden binlerce kişi bir anda “Sokaklar Kimin? Sokaklar Bizim” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti.
Eyfel Kulesi önünde 1999 Seattle eylemlerinin de örgütleyicilerinden olan David Solnit’in hazırladığı 100 metrelik “fosil yakıtları toprağın altında tutmak bizim elimizde” pankartının açılmasıyla eylem sona erdi. Yürüyüş boyunca elden ele dolaşan dev kaldırım taşı şeklindeki balonların da Paris 1968’e selam çakarak iklim adaleti mücadelesi için de kumsalın bu kaldırım taşlarının altında olduğuna işaret ettiğini hatırlatmakta fayda var.
Paris Anlaşması’nın COP21 genel oturumunda kabul edildiği Cumartesi akşamüstü saatlerinde Türkiye adına baş müzakereci Mehmet Emin Birpınar bir konuşma yaparak, iklim müzakerelerinde belki de değişmeyen tek şey olan Türkiye’nin özel koşullarına vurgu yaptı.
Buna cevaben COP21 başkanlığını yürüten Fransız dışişleri bakanı Fabius da “Türkiye ve Afrika’nın özel durumlarının görüşülmesi için seneye Fas’ta yapılacak COP22’ye kadar istişareler yapacağını” belirtti. Bu haliyle bir taraftan kapasite geliştirme ve teknoloji transferi adına Türkiye’yi kapsayan sözleşme, diğer yandan farklılaşma adına bir değişiklik getirmiyor. Bu da Türkiye’nin iklim konusunda ciddi bir sorumlulukla hareket etmesi gerektiği anlamına geliyor zira 2020 sonrası yenidünya düzeninde başta kömür olmak üzere fosil yakıtların küresel ekonomiden çıkarılacağı bir gidişat başladı.
Bu gidişattaki başarının aslan payı henüz bir kaç gün önce Bandırma Şirinçavuş’ta termik santrale karşı direnen halk, pazar günü 3. köprü gibi megaprojelere karşı doğrudan şiddetsiz eylem yapan Kuzey Ormanları Savunması gibi dünyanın dört bir yanındaki taban hareketlerine ait. Dahası sivil toplumla çok kısıtlı bir etkileşim gerçekleştiğini de ekleyelim. İş dünyası temsilcileri resmi delegasyonda yer alırken Türkiye delegasyonun sivil toplum gözlemcileriyle diyaloga açık olduğu söylenemez. Paris’te hem sokakta hem de resmi zirve içerisinde yer alan küresel iklim adaleti hareketinin temsilcilerinin mesajı da bu anlamda bir ve tek: Bizler gezegeni kavuracak bir anlaşmayı alkışlamıyoruz, herkes için iklim adaleti adına bilimin ışığında gücü elimize almak ve dünyayı adil, eşitlikçi ve doğru biçimde karbonsuzlaştırmak için mücadeleye devam ediyoruz.
Açılış Fotoğrafı: 12 Aralık Cumartesi günü Paris’teki “Kırmızı Çizgilerimiz” adlı eyleme katılan onbinlerce iklim adaleti aktivisti “İklim Adalet Barış” için dev bir kırmızı çizgi oluşturdu. Ethemcan Turhan
Bu yazı 14 Aralık 2015 tarihinde Birgün gazetesinde yayınlanmıştır.