“hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber”
Turgut Uyar
Uzun yollardan geliyoruz. Toprağa değip, suya dokunup, havayı üfleyerek geliyoruz. Şairin dediği kırlardan, kentlerden, fabrikalardan, mahallelerden, bizi sıkıştırmak istediğiniz daracık kübik ofislerden; üzerimize bol bol AVM, sadece 9.99’a tam 12 taksitle ürün etiketleri, araba cilaları, çamur rengi gazeteler ve nazik elektronik aygıtlar saçtığınız mekanlardan geliyoruz. Tarlaları ve meraları, tuz göllerini ve ırmakları aşarak geliyoruz. Otoyollar, tren istasyonları, her daim cızırtılı o parıltılı havalimanlarından, vapur beklediğimiz iskeleden geliyoruz.
Parlak kuşe kağıtlarında başına “yeşil” koyunca yeşillendiremeyeceğiniz yıkım projelerinizden, halklar arası köprüleri ateşe verip, beton bloklar arası halat atan, cüzdanı yakışıklı ihalelerinizden geliyoruz. “Enerji talebimiz büyüyor, bu ülkemizin büyümesi için gerekli” dediğiniz ve sonrasında üzerimize göğüs kalkanları, cop ve biber gazıyla geldiğiniz “halkın katılımı” toplantılarından geliyoruz. Yeşil iş diyince gözleri fır dönen, bol sponsorlu otel lobisi kahkahalarınızı yırtarcasına atılan çığlıklardan geliyoruz. Vurup yola bedenini makinelerin önüne duran erkeklerin, yükselen dalgalar arasında dimdik durup gözlerini size dikerek öfkeyle bakan kadınların, tarlalara koşup kentlerinizde istemediğiniz göçmenlerin arasından geliyoruz. Kapıları açın, biz geliyoruz.
Bugün kurduyla kuşuyla insanıyla yaşama dair ne varsa ona karşı duranların kanattığı Suruç’tan, Ankara’dan, Beyrut’tan, Lagos’tan çıkıp Paris’e geliyoruz. Petrol tesislerinden ceplerine boru hattı yapıp, üç kuruş için Soma’da 300’leri suya ve küle boğanların yüzyüne bakıp “bozduğunuz bu mevsim, boğduğunuz bu kıyı, nefessiz bıraktığınız bu şehir bizim” demeye, iklim adaleti talep etmeye geliyoruz.
“En iyisini tabi piyasa bilir canım”cıların nezaketi onlarda kalabilir. Biz özgür uçan kuşun bir dala konduğundaki sesine fiyat konamayacağını bilenlerle geliyoruz. İnsan yaşamına ekonomik akılcılık adına fiyat etiketi koyup, “piyasa koşulları bu” diye yaşama bedel biçip gelecekten tenzilat yapanların karşısına geliyoruz.
Hopa’daki selden, Antalya’daki hortumdan, Ankara’daki kampüsten, Niğde’deki tepeden, İzmir’deki koydan, Bartın’daki ağaçtan, Adıyaman’daki ovadan, İğneada’daki longozdan geliyoruz. “İnsanlığın Mirasıyım. Mirasına Sahip Çık” diyen yüreklerin mücadelesinden, iradesinden geliyoruz. Kapıları açın, biz geliyoruz.
Ve bayanlar baylar, elbet ki bilirsiniz, biliniz: Ne daldaki kuşun, ne tarladaki emeğin, ne sudaki balığın, ne kentteki çabanın, ne üretmenin, ne paylaşmanın, ne doğmamış çocuğun, ne yanıbaşındaki kömür isinden nefes alamayan annenin sessizliğe gömülmesine göz yummadığımızdan geliyoruz. Yükselen dalgalar ve parçalanan topraklar altında kalacak tek yıkıntı tarihin sonu ilan ettiğiniz sisteminiz olsun diye geliyoruz.
İklim adaleti, dünün, bugünün ve yarının meselesi olduğundan geliyoruz. Kaybedeceğimiz hiç bir şey olmadığından değil; bilakis bizim kaybedecek bir dünyamız sizinse kâr, güç, iktidar hırslarınız olduğunu bildiğimizden geliyoruz.
Olağanüstü istisna rejimleri altında, bizi dışarıya kapatarak, içeride hakkımızda karar alamayacağınızı, biz olmadan sesinizin havasız ortamda olduğu gibi çıkmayacağını göstermek için geliyoruz. Ey koca dünya; suyunu, havanı, toprağını haketmek için geliyoruz.
Kapıları açın, biz geliyoruz. Biz kırıntı değil, dünyayı istiyoruz.