İklim Değişikliği Davalarında Yeni Dönem: Urgenda Derneği ve Diğerleri/Hollanda Devleti Davası
Gamze Ovacık
2009 yılında Kopenhag’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (“BMİDÇS”) Taraflar Konferansından beri, dünyada iklim değişikliğinin insan hayatı ve ekosistem bakımından tehlikeli boyutlara ulaşmasının engellenebilmesi için, sanayi devrimi öncesi seviyelere kıyasla ortalama küresel sıcaklık artışının, 2 santigrat dereceyle sınırlanması gerektiğinin bilimsel olarak kanıtlandığı, Hollanda ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu, sözleşmeye taraf 195 ülke tarafından kabul edilmiştir. Sözleşmeye ayrıca Avrupa Birliği (“AB”) de taraftır. Tehlikeli iklim değişikliğinin önlenmesi amacıyla, 2007 itibariyle 1990 seviyelerine kıyasla seragazı emisyonu düzeyi bakımından, Hollanda’nın da aralarında yer aldığı diğer Ek-I ülkelerinin de benzer bir azaltım taahhüdünde bulunmaları halinde %30, bu şartın gerçekleşmemesi halinde %20’lik bir azaltım taahhüdünde bulunmuştur.
Bahsedilen sıcaklık artışı sınırı daha sonra BMİDÇS’ye taraf ülkeleri kapsayan 2010 tarihli Cancun Sözleşmelerinde de yer almıştır ve bu sözleşmelerde Ek-I ülkeleri tarafından 2020 yılına kadar, emisyon düzeyinde 1990 seviyelerine kıyasla %25-40’lık bir azaltım hedefi ortaya konmuştur. Bu arada, diğer Ek-I ülkelerinin %30’luk bir azaltım taahhüdü benimsememesi sonucunda, AB, kendisinin %20’lik azaltım taahhüdüne geçerlilik tanımıştır.
2007-2009 yılları arasında 2020’ye kadar %30’luk bir azaltım hedefi benimsemiş olan Hollanda, 2010’da, AB’nin toplam %20’lik azaltım hedefi üzerinden oransal olarak yeni bir hedef belirlemiştir. Buna göre Hollanda 2020’ye kadar %14-17’lik bir azaltımda bulunmayı taahhüt etmiştir. Ayrıca, AB ile birlikte Hollanda’nın Cancun Sözleşmelerinde yer alan 2030 için %40 ve 2050 için %80 oranında azaltım hedefleri geçerliliğini korumaktadır.
Aşağıda detayları açıklanan dava Hollanda’nın 2020’ye kadar olan seragazı salımı azaltım hedefleriyle ilgilidir ve 2020’den sonraki azaltım hedeflerini kapsamamaktadır. Davada özetle, Hollanda’nın Cancun Sözleşmeleri Ek-I’deki ülkeler bakımından, tehlikeli iklim değişikliğinin engellenebilmesi için gerekli olduğu kabul edilen %25-40 azaltım hedefinden daha düşük bir azaltımı hedeflemesinin ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olup olmadığı ele alınmıştır.
20 Kasım 2013’te Hollanda’da çevre ve iklim değişikliği alanında çalışan Urgenda derneği ile beraber 886 vatandaş (bundan sonra kolaylık için “Urgenda” olarak anılacaktır), tehlikeli iklim değişikliğine sebep olmaktaki rolünden dolayı Hollanda devletinin sorumlu tutulması talebiyle Hollanda mahkemelerine bir başvuruda bulunmuştur.
Urgenda özetle, insanoğlunun kümülatif seragazı ve özellikle karbon salımlarının ulaştığı yüksek seviyelerin, gezegenin atmosferinin kimyasal yapısını ciddi şekilde değiştirerek daha fazla ısı tutmasına ve dolayısıyla gezegenin ısınmasına yol açtığını söylemiştir. Urgenda tarafından ortaya konan bilimsel kanıtlara göre, bu insan kaynaklı salımların gittikçe yaklaşan sonucu, gezegenin ekosistemlerini ve bunlara bağımlı insan topluluklarını yani sonuçta insanlığı tehlikeye atacak kadar hızlı bir şekilde yaşanacak bir iklim değişikliğidir. Urgenda bu tehlikeli iklim değişikliğinin insanlık ve haliyle Hollanda üzerinde çok ciddi ve tehlikeli etkilere sebep olacağını iddia ederek, bu küresel davranışın ve Hollanda’nın buna yaptığı katkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde (AİHS) yer alan yaşama hakkı ve özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı gibi insan haklarının hem Hollanda’da hem de diğer Avrupa ülkelerinde kullanılabilmesi bakımından tehdit oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Kısaca, yukarıda bahsedilen 2 santigrat derecelik tehlikeli sınırın aşılmasına katkıda bulunmanın, küresel olarak tanımlanmış ve kabul edilmiş bir özen yükümlülüğünün ihlali niteliği taşıdığı, bu bağlamda da Hollanda’nın tehlikeli iklim değişikliğinin engellenmesi bakımından müteselsil ve nisbi bir özen yükümlülüğü bulunduğu savunulmuştur. Aynı zamanda, Urgenda, Devletin kanundan kaynaklanan insan haklarını koruma yükümlülüğünü ve temel insan haklarını ihlal etmesi ve ihmalleri için bir meşru zemin bulunmadığını, zira enerji verimliği ve yenilenebilir kaynaklara dayalı enerji üretimi gibi, fosil yakıta dayalı enerji üretiminin tehlikelerini engellemeye yardımcı olacak alternatiflerin bulunduğunu ve bunların ekonomik açıdan uygulanabilir olduğunu göstermiştir.
Davacı Urgenda’nın mahkemeden talepleri şöyledir;
Urgenda davada temel olarak şunları ileri sürmüştür:
Hollanda Hükümeti, Urgenda’nın savlarına karşı şunları ileri sürmüştür:
Urgenda ve Hollanda Hükümetinin iddiaları değerlendirildiğinde, mahkemenin, davayı dört temel hukuki sorun çerçevesinde incelediği görülmektedir:
Hollanda Medeni Kanunu uyarınca, bir vakıf veya derneğin, tüzüğünde bir takım menfaatlerin korunmasına yer verilmesi durumunda, başka kişilerin benzer menfaatlerini korumak amacıyla dava açması mümkündür. Mahkeme, Urgenda’nın tüzüğünde yer alan sürdürülebilir bir toplum için mücadele etme amacının, güvenli ve sağlıklı çevre hakkını kapsadığını, bu bakımdan kendisine davada taraf ehliyeti sağladığını kabul etmiştir.
Hollanda Hükümeti bu amacın Hollanda toplumunun gelecek nesillerini ve başka ülke toplumlarını kapsamadığını iddia etmiştir. Ancak, mahkeme, sürdürülebilir toplum kavramının doğası gereği sınır aştığını ve nesiller arası bir boyuta sahip olduğunu, dolayısıyla Hollanda ve başka ülkelerdeki mevcut ve gelecek nesillerin haklarının korunmasını kapsadığını belirtmiştir.
Hollanda Anayasası uyarınca, ülkenin yaşanabilir olmaya devam etmesini sağlamak ve çevreyi korumak ve geliştirmek devletin yükümlülükleri arasındadır. Buna göre, Anayasa’nın devlete bir özen yükümlülüğü getirdiği ancak bu yükümlülüğün nasıl yerine getirileceği konusunda devletin takdir yetkisine sahip olduğu, fakat bu yetkinin sınırsız olmadığı ve belli bir özen standardını sağlaması gerektiği kabul edilmiştir.
Mahkeme, insanlar ve çevre için ağır ve ölümcül sonuçları bulunan tehlikeli iklim değişikliğine dair yüksek bir risk karşısında, devletin uygun ve etkin önlemler alarak vatandaşlarını bundan koruma yükümlülüğü bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu koşullar altında alınacak önlemlerin ne olacağı konusunda devletin takdir yetkisi bulunduğu kabul edilmekle beraber tehlikeli iklim değişikliğini engellemeye yönelik hafifletici önlemler alınmasının şart olduğu, adaptasyona yönelik önlemlerin vatandaşları iklim değişikliğinin sonuçlarından ancak sınırlı bir seviyede koruyabileceği de vurgulanmıştır.
İklim değişikliğinin küresel bir sorun olması ve bununla mücadelenin dünya çapında yürütülmesi gerekliliği, devletleri bu konuda uluslararası düzenlemeler yapmaya itmiştir. Hollanda’nın iklim politikası da büyük ölçüde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği çerçevesinde geliştirilen bu düzenlemelere dayanmaktadır. Hollanda’nın BMİDÇS ve ilgili AB yönergeleri kapsamında çeşitli taahhütleri ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Ayrıca Urgenda, uluslararası çevre hukukunun temel ilkelerinden biri olan, hiçbir devletin, topraklarını başka ülkelere zarar verecek şekilde kullanamayacağı kuralını da ileri sürmüştür.
Mahkeme Hollanda’nın yukarıda sayılan uluslararası yükümlülüklerle bağlı olduğunu kabul etmiştir fakat, bu yükümlülüklerinin tarafının diğer devletler olduğunu, Hollanda’nın bir veya daha çok devlete karşı yükümlülüklerini ihlal etmesiyle, Urgenda’ya karşı hukuka aykırı davrandığı sonucuna varılamayacağını belirtmiştir. Dolayısıyla, Urgenda’nın dava kapsamında bu uluslararası düzenlemelere doğrudan dayanamayacağını kabul etmiştir.
Bununla beraber, tutarlı yorum ilkesi gereğince, bir devletin ulusal hukukunu uygularken uluslararası yükümlülüklerine uygun davranma niyeti taşıdığı varsayılmaktadır. Urgenda bakımından doğrudan hak yaratan ulusal hukuk bahsi geçen uluslararası yükümlülüklere uygun şekilde yorumlanmalıdır. Böylelikle mahkeme, esasında, Hollanda’nın ulusal hukuk çerçevesinde sahip olduğu takdir yetkisini kullanırken, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerine uygun davranması gerektiğini söylemektedir.
Urgenda Hollanda’nın iklim değişikliğine karşı yeterli önlem almayarak, AİHS madde 2 ile korunan yaşama hakkı ile madde 8 ile korunan özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, bir tüzel kişinin AİHS çerçevesindeli bu haklar bakımından mağdur konumunda olmasının mümkün olmadığı, bu yüzden de ihlal edilebilecek bir fiziksel bütünlüğe veya özel hayata sahip olmayan Urgenda’nın bu anlamda kişisel hak sahibi olamayacağı sonucuna varmıştır.
Bunun yanında mahkeme AİHS madde 2 ve 8’in davayla tamamen bağlantısız olmadığını, bu maddeler hakkındaki insan hakları içtihadının devlet tarafından uyulması gereken özen standardının yorumlanması bakımından ilgili olduğunu teyit etmiştir. Buna göre, AİHS’nin uygulanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) evrimsel bir yaklaşım geliştirmiş ve toplumda meydana gelen değişikliklere göre hak ve özgürlüklerin yorumunun şekillenebileceğini kabul etmiştir. Dolayısıyla, AİHS açıkça temiz çevre hakkından bahsetmese de, AİHM, kararlarında kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla çevre arasındaki bağlantıya gittikçe daha fazla yer vermeye başlamıştır. Bu bağlamda devletin insan hayatını tehdit eden çevresel zararı engellemeye yönelik önlemler almaya dair pozitif yükümlülüğü bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca, çevresel faktörlerin de doğrudan ve ciddi şekilde özel hayat ve aile hayatını etkilemesi durumunda devletin sorumluluğu söz konusu olabilmektedir.
Son hukuki sorun olarak mahkeme, devletin Hollanda Medeni Kanunu altında özen yükümlülüğünü ihlalden kaynaklanan haksız fiil sorumluluğu doğup doğmadığını incelemiştir. Burada tehlikeli ihmal doktrini iklim değişikliğine uyarlanarak sorumluluğun tespiti amacıyla şu etkenlerin gözden geçirilmesi gerektiği belirtilmiştir:
Birinci ve üçüncü etkenlerle ilgili olarak, mahkeme, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin değerlendirme raporları, Birleşmiş Milletler Çevre Programının 2014 “emisyon seyri” raporu ve iklim değişikliğiyle ilgili çeşitli AB raporlarının, tartışmasız olarak tehlikeli iklim değişikliği ihtimalinin çok yüksek olduğunu ve hem Hollanda’da hem de diğer ülkelerde insanlar ve çevre için ciddi sonuçlara yol açacağını ortaya koyduğunu kabul etmiştir.
Mahkeme, ikinci etken bakımından, 1992’den beri ve kesin olarak 2007’den beri Hollanda’nın küresel ısınma ve bununla ilgili riskler hakkında bilgi sahibi olduğunu tespit etmiştir.
Dördüncü etkenle ilgili olarak ise, mahkeme devletin seragazı emisyonlarını kontrol etmek için düzenlemeler yapma gücü bulunduğunu, hatta toplumun, devletin bu yönde sürdürülebilirliğe geçişi ve seragazı emisyonlarını azaltmayı sağlayacak uygun önlemler almasına bel bağladığını belirtmiştir.
Daha sonra mahkeme beşinci etkeni, yani önleyici tedbirlerin külfetini, bunların teknik uygulanabilirliğini ve maliyet verimliliğini göz önünde bulundurarak değerlendirmiştir. Öncelikle, hafifletmeye yönelik önlemlerin, önleyici olma özelliğine sahip tek önlem olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, mahkeme, Hollanda’nın daha önce kabul ettiği %30’luk hedefi 2010’da azaltmasının maliyet gerekçelerine dayandığına dair herhangi bir kanıt bulunmadığının altını çizerek, mevcut %14-17’lik hedefe göre daha yüksek olan bu önceki hedefin de devlet bakımından elverişli sayıldığı sonucuna varmıştır. Hollanda’nın yaptığı 2010 değişikliği 2020’ye kadar olan azaltım hedefinin azaltılmasına ilişkin olduğundan ve devletin 2030 hedefleri her halde sabit kaldığından, bu değişiklik 2030 hedefi için alınması gereken önlemlerin 2020 öncesindeki yoğunluğunu düşürürek, 2020 sonrası önlemlerin ağırlığının artması sonucunu doğurmaktadır. Mahkeme, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı bulguları uyarınca, iklim değişikliğini engellemek için atılması gereken adımların mümkün olduğunca erken atılmasının, bunları ertelemeye kıyasla, maliyet bakımından daha verimli olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla, mahkeme, mevcut hedeften daha yüksek bir hedef benimsenmesinin devlete fazla külfetli bir yük yüklemeyeceği ve devletin alması gereken önlemleri mümkün olduğunca çabuk alması gerektiği sonucuna varmıştır.
Bunların yanında, Hollanda devleti iklim değişikliği konusunda kendi katkısını “okyanusta damla”ya benzeterek, mevcut olandan daha yüksek bir ulusal hedefin küresel seragazı salımının azaltılmasına çok ufak bir katkısı olacağını, sonuçta 2 santrigrat derecelik hedefe ulaşılıp ulaşılmamasının yüksek emisyon değerlerine sahip diğer ülkelerin azaltım hedeflerine bağlı olacağını savunmuştur. Mahkeme bu savı reddederek, iklim değişikliğinin küresel bir sorun olması ve bu yüzden küresel sorumluluk gerektirmesi dolayısıyla, Hollanda dahil tüm ülkelerin mümkün olan en fazla kapsamda azaltım önlemleri almasını zorunlu kıldığını belirtmiştir. Diğer ülkelere kıyasla Hollanda’nın emisyonlarının az olması, önleyici tedbirler alma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz, çünkü ne kadar az olursa olsun tüm seragazı emisyonlarının atmosferdeki karbondioksit seviyelerinin artışına ve dolayısıyla tehlikeli iklim değişikliğine katkıda bulunduğu bir gerçektir. Bu yüzden, emisyon azaltımı BMİDÇS tarafı tüm ülkelerin hem bireysel hem müteselsil sorumluluğuyla ilgilidir.
Hollanda devletinin diğer argümanları “karbon sızıntısı” olgusu ve daha katı bir azaltım hedefinin Hollanda şirketlerinin küresel piyasada rekabet etme şansını sınırlayacağı ile ilgilidir. Mahkeme, Hollanda’nın azaltım hedefindeki artışın, diğer Avrupa ülkelerinin emisyonları yüzünden nötralize edilmesi ve bir etki yaratmaması durumu olarak özetlenebilecek “karbon sızıntısı”nın varlığına dair herhangi bir bilimsel bulgu olmadığını belirterek bu argümanı reddetmiştir. Küresel rekabete ilişkin olarak ise mahkeme, devletin yeterli kanıt ileri sürmediğini, daha sıkı bir iklim politikasının hangi iş kollarında ve nasıl böyle bir etkisi olacağını açıklamadığını belirterek, bu konudaki iddiaları dikkate almamıştır.
Kararın diğer bir önemli boyutu, devletin sebep olduğu iddia edilen zarar ile özen yükümlülüğünü ihlal seviyesine ulaşan davranışları (veya ihmalleri) arasındaki nedensellik bağının kurulmasıdır. Mahkeme nedensellik bağının tespitiyle ilgili detaylı bir değerlendirmede bulunmasa da, sera gazı emisyonları, küresel ilklim değişikliği ve Hollanda canlı iklimi üzerindeki mevcut ve gelecek etkileri arasında yeterli nedensellik bağı bulunduğunun varsayılabileceğini belirtmiştir. Ancak karardaki atıflardan, mahkemenin, daha önce Rhine Nehri’nin farklı ülkelerden atılan atıklarla kirletilmesiyle ilgili davadakine benzer şekilde mantık yürüttüğü anlaşılmaktadır. Genel olarak nedenselliğin tespitinde uygulanan ölçüt uyarınca, ancak “ihmal olmasaydı, zarar da olmazdı” denebilen durumlarda özen yükümlülüğünün ihlalinden söz edilebilir. Öte yandan, bahsi geçen davadaki gibi durumlarda, hiçbir devletin ihmali tek başına zarara sebep olabilecek boyutta değildir. Dolayısıyla kümülatif nedenselliğin söz konusu olduğu durumlarda genel test bir yana bırakılarak, her bir devletin zarardan kendi payı oranında sorumlu olacağı kabul edilmiştir.
Mahkeme yukarıda özetlenen hukuki değerlendirmeler sonucunda, Hollanda devletinin, 2020 yılı için, 1990 yılına kıyasla %25’ten daha düşük bir seragazı emisyonu azaltım hedefi benimsemekle ihmal gerçekleştirdiğine ve dolayısıyla Urgenda’ya karşı hukuka aykırı davrandığı tespitinde bulunmuştur. Bunun sonucunda, mahkeme, devletin, Hollanda’nın yıllık seragazı emisyonlarını 2020 sonuna kadar bu %25 azaltım hedefinin sağlanacağı şekilde sınırlamasına hükmetmiştir.
Devletin sera gazı emisyonlarını azaltım yükümlülüğü meselesini ele alması ve iklim değişikliği konusuna, kanuni zorunluluklar dışında bir hukuki dayanağı esas alarak eğilmesi bakımından Urgenda kararı bir ilk olmuştur.
Ayrıca pek çok ülkede nedensellik bağının kanıtlanmasındaki zorlukların, iklim değişikliğiyle ilgili hukuka aykırılık iddialarını, savunulması zor bir konuma soktuğu düşünülürse; kararın dikkat çekici diğer bir yanı daha ortaya çıkmaktadır. Mahkeme, çevresel zararların farklı devletlerin davranış veya ihmallerinden ötürü kümülatif bir şekilde meydana geldiği durumlarda yanlış sonuçlara yol açtığı gerekçesine dayanarak, nedensellik bağının tespitinde kullanılan genel hukuki ölçütlerin uygulanmasını bir yana bırakmıştır. Bunlar yerine, her devletin sebep olduğu zarar oranında sorumlu olması gerektiği belirlenmiştir.
Kararın Türkiye bakımından anlamı düşünüldüğünde, Türkiye’nin 2015 Aralık’ta Paris BMİDÇS Taraflar Konferansı öncesinde açıkladığı ulusal katkı beyanı göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye de Hollanda gibi, tehlikeli iklim değişiklini engellemek bakımından sorumluluğa sahiptir ve ulusal emisyon azaltım hedeflerini tutturabilmek için benzer kriterlere tabidir. Türkiye’nin, vatandaşlarının mevcut ve gelecek nesillerini tehlikeli iklim değişikliğinin zararlarına karşı korumak amacıyla yeterli önlemleri almaması; uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülükleri ışığında, Anayasa’nın 56ncı maddesi ile temin edilen “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı”nı, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek�ödevlerini ve özel hukuk ile idare hukukunun genel ilkelerinden kaynaklanan özen yükümlülüğünü ihlal etmesi sonucunu doğurabilecektir. Burada olası benzer bir iklim değişikliği davasında özellikle dikkat edilmesi gereken, devlet tarafından alınması gereken “yeterli önlemler”den ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi sorunu olarak ortaya çıkmaktadır.