Küçülme, ekonomik büyüme ideolojisine cepheden bir saldırıdır. Bazıları bunu bir slogan veya “misilleme sözcüğü” şeklinde bir eleştiri olarak görüyor. Diğerleri küçülme “teorisi”nden, yazınından veya “küçülme politikaları”ndan bahsediyor. Pek çok kişi kendisini “küçülme hareketi” içerisinde görüyor veya “küçülme tarzında” yaşadıklarını iddia ediyorlar. Peki küçülme nedir ve nereden gelmiştir?
Entelektüel anlamda, [ekonomik] küçülmenin kökenleri 1970’lerin kıta Avrupası politik ekolojisinde (écologie politique) bulunmaktadır. Andre Gorz 1972’de, kapitalizmin dünyanın dengesiyle uyumunu sorgulayan “küçülme”den (décroissance) bahsetmektedir ve bu dengeye erişmek “için meta üretiminin küçülmesi gerekli bir koşul”dur.
Gorz, “büyüme olmaksızın eşitlik” dikkate alınmadığı sürece, sosyalizmin “kapitalizmin devamı; orta sınıf değerlerinin, hayat tarzlarının ve sosyal şablonlarının uzantısı”na indirgenmesinden başka bir şey yapılmamış olacağını savunmuştur.
“Yarın, küçülme” ise ABD’de ders veren Romanyalı bir göçmen ve ekonomik büyümenin entropiyi hızlandırdığını söyleyen öncü bir ekolojik iktisatçı olan Nicholas Georgescu-Roegen’in, 1979’da tercüme edilen makale derlemesinin başlığıdır.
O vakitler petrol krizi ve Roma Kulübünün ortaya çıktığı zamanlardı. Fakat kıta Avrupası’nın “kızıl-yeşil” düşünürleri için büyümenin sınırları sorusu öncelikle ve en çok da politik bir soruydu. Kaynakların tükenmesi, aşırı nüfus ve sistemin çökmesine dair Malthusçu endişelerden farklı olarak, bu düşünürlerinkisi kapitalizm treninin acil durum frenini çekmek veya Ursula Le Guin’den alıntı yapacak olursak “sadece büyümeden ibaret tek yönlü bir geleceğin raylarına bir domuz koymak” arzusuydu.
Planlı ekonomik küçülme (degrowth) sloganı 2000’lerin başında Lyon şehrindeki aktivistler tarafından mega-altyapılara ve reklamcılığa karşı doğrudan eylemlerde tekrar canlandırıldı. Ekonomik antropoloji profesörü ve Afrika’daki kalkınma programlarının lafını sakınmayan eleştirmeni Serge Latouche bu kavramı “sürdürülebilir kalkınmanın sonu” ve “yaşasın küçülmenin eş-yaşamı” çağrısı yaptığı kitaplarıyla popülerleştirdi.
Fransız aydın Paul Aries için, küçülme bir “misilleme sözcüğü”, iktisadi büyümeye dayanan kalkınmanın sorgulanmadan farz edilen albenisini sorgulayan yıkıcı bir terimdi. Küçülmecilerden oluşan küçük fakat kararlı bir ağ aylık La Decroissance dergisi etrafında örgütlendi. Küçülmeci bir siyasi partiye yönelik başarısız bir girişim de eklendiğinde bunlar sözcüğün Fransız siyaset tartışmalarında kayda geçmesine yeterli oldu.
Yeni kavram, Fransa’dan İtalya, İspanya ve Yunanistan’a yayıldı. 2008’de İspanyol krizinden hemen önce, Katalan küçülme aktivisti Enric Duran 39 bankadan 492,000 avroyu kamulaştırdı. İspanya’nın spekülatif kredi sistemini ve ilerlettiği kurgusal büyümeyi kınayarak parayı sosyal hareketlere hibe etti.
Paris’te 2008’de başlayan bilimsel konferansla sosyal forum karışımı uluslararası toplantılar serisi, İngilizce konuşan dünyaya da ekonomik küçülme kavramını/hareketini tanıttı. 2014 Eylül’ünde, 3 bin 500 araştırmacı, öğrenci ve aktivist 4. Uluslararası Küçülme Konferansı için buluştu. Buradaki faaliyetler ekonomik büyüme ve iklim değişikliği, kapitalizmin Gramsciyen eleştirileri veya 20 saatlik çalışma haftasıyla ilgili akademik panellerden, bir termik santralin önünde sivil itaatsizliğe veya kendi ekmeğini yapmanın yolları hakkında derslere kadar uzanıyordu.
Hakemli dergilerde çoğalan akademik araştırmalar kilit ekonomik küçülme iddialarını destekledi: böyle gelmiş böyle gider bir ekonomik büyümeyle felakete sebep olacak iklim değişikliğinden kaçınmanın imkansızlığı; kaynak kullanımını büyümeden ayrıştırmaktaki temel sınırlar; gelişmiş ekonomilerde büyümeyle ve refah arasındaki kopukluk; büyümenin artan sosyal ve psikolojik maliyetleri…
Yakın tarihli çalışmalar kapitalizmin devamı için bileşik ekonomik büyüme zorunluluğunun (ki David Harvey bunu [kapitalizmin] çelişkilerinin en ölümcül olanı olarak adlandırmıştır) altını çizmekte ve post-kapitalist ekonomilerde büyüme olmaksızın istihdam ve eşitliğin nasıl sürdürülebileceğini araştırmaktadır.
Politika önerileri karbon üst limitleri ve moratoryum ilan edilmesinden, asgari vatandaş geliri, haftalık çalışma saatinin azaltılması, ortak kaynak varlıklarının geri kazanımı ve borç jübilesine kadar çeşitlenmekte ve aynı zamanda vergi sisteminin radikal bir şekilde gelir vergileri, maaş üst limitleri ve sermaye vergileri yerine karbonla yeniden yapılandırılmasını da içermektedir. İmkansızı talep ederek, Andre Gorz’un deyimiyle bu “reformist olmayan reformlar” sistemsel bir dönüşüm çağrısı yapmaktadır (Slavoj Zizek’in belirttiği gibi, sosyal-demokratik reformlar, kapitalizmin onları artık kaldıramadığı bir çağda, devrimsel niteliktedir).
Politik olarak, sistem değişikliğinin gerekli olduğu ve bunun, küresel sosyal ve çevresel adalet hareketlerinin bir koalisyonu da dahil olmak üzere, hareketlerin bir hareketi – veya mülksüzleştirilenlerin bir ittifakını – gerektirdiği konusunda açık bir anlayış mevcuttur.
Küçülme kapitalizmle uyumsuz olmakla beraber, aynı zamanda, rasyonel, merkezi olarak planlanmış bir ekonominin bir şekilde mucizevi olarak ekolojik koşulları etkilemeden makul bir büyümeye izin verecek teknolojik gelişmeleri getireceği bir sözde “sosyalist büyüme” illüzyonunu da reddeder. Gorz’un ruhuyla, küçülmeciler, dünyanın sonunu veya kapitalizmin sonunu hayal etmeyi, bilinmeyen bir sebeple, büyümenin sonuna göre daha kolay bulan sosyalist arkadaşlarına karşı çıkmaktadır.
Başkaları için “küçülme” çoğunlukla günlük (politikleşmiş) bir yaşama biçimidir. Bu yılın başlarında Atina’da yaptığımız üç günlük küçülme forumumuza yüzlerce kişi katıldı: sadece akademisyenler, çevre ve insan hakları aktivistleri veya Syriza’nın, Yeşil’lerin ve “anti-otoriter” sol blok üyeleri değil, ancak aynı zamanda Yunanistan kırsalından toprağa dönüşçüler (kıra yerleşen gençler), organik tarımcılar, halk klinikleri ve şehir tarımının dayanışma ekonomisinin “yerli süvarileri”nin pek çoğu da bu kitleye dahildi.
Barselona’da ise küçülme, işçi sınıfı mahallesi Nou Barris’de bir besin bahçeleri ağına ile bir “barınma hakkı” aktivizmi tarihine sahip işgalevi olan “Can Masdeu”, 600 üyesi ve 2,000 katılımcısıyla organik besin ve zanaat ürünlerinin bağımsız üreticileri ve tüketicileri için bir şemsiye olan “Cooperativa Integral Catalana” adıyla eko-komünlerin sakinleri, kooperatif işletmeleri ve kendi tedavül birimlerini çıkaran bölgesel ağlar gibi projelerde sembolleşmiştir.
Uluslararası konferansların elebaşısı ve Paris’te (artık Barselona’da) Research & Degrowth düşünce kuruluşunun kurucusu Francois Schneider, küçülmenin melezliğini göstermektedir: kendisi endüstriyel ekoloji alanında doktora sahibi birisi olarak Fransa’da bir yıl boyunca bir eşekle yürümüş ve kendisini şaşkın bir şekilde durduran gelip geçen insanlara küçülmeyi açıklamıştır. Şimdilerde Fransız-Katalan sınırında, sade yaşama yönelik bir deney ve eğitim merkezi ve ancak yetecek kadardan ibaret bir ev olan “Can Decreix”de yaşamaktadır.
Bazıları bir taban hareketi olarak küçülme hareketinden de söz etmektedir. Ancak konferanslara katılanlar olarak, ortak bir gündeme veya birleşmiş bir amaca sahip birbirine bağlı bir insan grubu olmamakla beraber henüz bir hareket olabilecek rakamlara da ulaşabilmiş değiliz.
Küreselleşme karşıtı/alternatif küreselleşmeci hareketten farklı olarak, basılması gereken bir Dünya Ticaret Örgütü binası veya durdurulması gereken bir serbest ticaret anlaşması bizler için söz konusu değil.
Küçülme, çok çeşitli insanları ve hareketleri, tek hatta ana ufuk olmaksızın, harekete geçiren, bir araya getiren ve anlamlı kılan bir slogandır. Bu anlamıyla bir fikir ağı veya yakın zamanda çıkan bir kitapta adlandırdığımız üzere bir kelime dağarcığıdır ve gitgide daha fazla insan bunun kendi endişelerine hitap ettiğini hissetmektedir.
Yeni bir sol ekolojik bir sol olmak zorundadır, yoksa hiç sol sayılmayacaktır. Naomi Klein, çevresel değişikliğin sol için de “her şeyi değiştirdiğini” iddia etmektedir. Kapitalizm sürekli bir genişleme gerektirmektedir; insanların ve insan olmayanların sürekli sömürüsüne dayanan, iklime geri döndürülemez şekilde zarar veren bir genişleme. Kapitalist olmayan bir ekonominin ise küçülürken kendi kendini sürdürebilmesi gerekecektir. Ancak büyüme olmadan anlamlı bir istihdam paylaşımı veya iş güvencesini nasıl gerçekleştirebiliriz? Bu anlamda henüz somut bir “küçülme ekonomisi”nden bahsedemeyiz.
Üzücü biçimde Keynesçilik, solun – hatta ve hatta Marksist solun – politika konularıyla uğraşmak için elindeki en güçlü araçtır. Ancak bu yaklaşım, sınırsız genişlemenin hala mümkün ve arzu edilir olduğu düşünülen 1930’ların ekonomisine aittir.
Tüm tekneleri aynı anda yükseltecek bir dalga ufukta olmadığına göre, hangi teknenin nasıl yükseleceğini tekrar düşünme zamanı demektir. Solun, Piketty’nin r>g çıkmazına cevabı “g’yi artıracağız” olmamalı. Sonuçta, biz her zaman r’nin küçülmesini, yani sermaye birikimini azaltmak istedik! Pek de ekolojist sayılmayan Piketty’nin kendisi de aslında daha fazla büyümeye inanmıyor. Büyümenin olmadığı bir 21. yüzyılın ana sorusu ise yeniden bölüşüm olacaktır.
Solun kendisini ekonomik büyüme hayalinden kurtarması gerekiyor. Sürekli büyümek başlı başına absürd bir fikir. Şunun absürdlüğünü bir düşünün: Eğer Mısırlılar bir metreküp şeyle başlasalar ve bunu her yıl %4.5 arttırsalar, 3000 yıllık medeniyetlerinin sonuna kadar, 2.5 milyar güneş sistemi kadar yer kaplıyor olurlardı. Kapitalist büyümenin yerine, daha güzel, meleksi bir sosyalist ekonomik büyüme koyabilseydik bile, neden bununla 2.5 milyar güneş sistemi kaplamak isteyelim ki?
Büyüme, kapitalizmin göbeğinde yer alan bir fikir. Bu anlamıyla ekonomik büyüme sistemin, kendi ürettiği maddi bolluk rüyasına verdiği isimdir. GSYİH (gayri safi yurtiçi hasıla), savaş üretimini saymak için icat edilmiş ve ABD’nin Soğuk Savaş’taki “başarı”sını “objektif” olarak ölçen ve teyit eden bir ölçüm birimine evrilmiştir. Bu anlamıyla kapitalizmin ihtiyaç duyduğu, bildiği ve yaptığı şeydir büyüme.
Gareth Dale’ın da belirttiği gibi, sosyalist politikalar hiçbir zaman soyut değişim değerindeki nicel artışlarla ilgili olmamıştır. Böyle bir politika detaylarla, iktisadi değerlerin somut kullanımıyla, herkes için istihdam, düzgün bir maaş, saygın yaşam koşulları, sağlıklı bir çevre, eğitim, halk sağlığı veya temiz suyla ilgili olmuştur. Bu meselelerin hepsi kaynağa ihtiyaç duyar ancak kaynakların her yıl %3 oranında sürekli büyümesine ihtiyaç duymaları için bir sebep de yoktur.
Ve işte size daha büyük bir iddia: biz soldakilerin “büyüdüğünü” görmek istediğimiz şeyler aslında toplamda [ekonomik] büyüme getirmez (tabi eğer ekonomik faaliyet olarak neyi ölçtüğümüzü tamamen tekrar tanımlamazsak, ama o zaman bu da en fazla bir kelime oyunu olurdu). Zenginliği eşit dağıtmak, normalde ihtiyaç olandan daha fazla ellerimizi ve zihinlerimizi kullanmak, insanları ve çevreleri rahat bırakmak, birbirimize bakmak için zaman harcamak: bunların hepsi üretkenlik ve büyüme üzerinde “vergiler” anlamına gelir.
Daha az üretken olmamız esasında daha iyi bile olabilir. Ancak sanayileşme artık değeri kısıtlı sayıda kişinin (kapitalistler veya devletler) ellerinde yoğunlaştırarak, kârlarla daha fazla büyüme için tekrar yatırım yapmak suretiyle yola çıkmıştır, zenginliği herkese yaymak veya fosil yakıtları toprağın altında bırakmak için değil.
İşte bunu hazmetmek çok zor olabilir. Sonuçta, çoğumuz ekonomik büyüme adına eşitlik, demokrasi, tam istihdam, asgari bir ücret, eğitim, veya yenilenebilir şeyleri (adını siz koyun) savunuyoruz. Varsayım şu ki, gözleri sadece kârı gören bir kapitalist sistemin alternatifi daha “rasyonel” olacaktır ve kapitalizmin yaptığı şeyi daha iyi ve daha çok yapacaktır. Bu politik olarak yanlıştır: Slavoj Zizek’in iddia ettiği gibi, sol kendini aynı rüyaları gerçekleştirmenin yeni yollarıyla tüketmemeli, rüyaların kendisini değiştirmesi gerekir. Bu da gerçeklere baktığımızda mümkün değildir.
2. Dünya savaşı sonrası yaşanan yeniden inşanın ve tavşan-kaç-tazı-tut tipi kalkınmanın görkemli çağı bitti. Borçtan beslenen Keynesçiliğin, ister kahverengi ister yeşil olsun, ister kapitalist ister sosyalist olsun, bu çağı tekrar canlandırabileceğine dair çok az gösterge mevcut. Dahası bu durum, neoliberal kemer sıkma politikalarının feci olduğu gerçeğinden bağımsızdır. Yeniden bölüşüm, demokrasi ve eşitliğe evet; ama daha fazla ekonomik büyüme adına değil.
Küçülme, Enrico Berlinguer’in dayanışmadan doğmuş “devrimsel kemer sıkma” ruhunu tekrar canlandırır. Arabalarımızın yakıtı olan, evlerimizi ısıtan hatta hastanelerimiz ve okullarımıza güç sağlayan petrol, Peru Amazon’unda veya Nijerya’da geçim imkanlarını ve ormanlarını yok etmekte olan petroldür. Bunu bize Papa’nın hatırlatmasına ihtiyacımız yok.
Berlinguer’in deyimiyle “aklı başında” bir hayat kurmak için sebebimiz, “buradaki” eylemlerimizin “oradaki” insanları ve ekosistemleri etkilemesidir. Kapitalist makinanın kaynaklarının tükeniyor olması (ki Malthusçuların endişesi budur) veya neoliberallerin istediği gibi “imkanlarımızın ötesinde yaşamamız” (bundan kast ettikleri de refah devletinin hizmetlerini kullanan %99’u oluşturan bizleriz, sermayeleriyle yaşayan %1’i oluşturan onlar değil) değil.
Küçülme perspektifinden bakınca, mesele küresel Kuzey’in ürettiğinden çok tüketmesi (veya Keynesçilere göre tükettiğinden fazla üretmesi) değil. Mesele, küresel ve içsel Güney’in, diğer canlılar ve gelecek nesiller pahasına ihtiyaç duyduğundan fazlasını üretmesi ve tüketmesidir. Daha az üretmek ve daha az tüketmek diğer canlılara verilen zararı azaltacaktır. Bu bir sosyal ve çevresel adalet sorunudur.
Küresel %1’den (daha az ölçüde, Avrupa ve Amerika’da orta sınıfları içeren %10’dan) diğerlerine doğru bir “küçült ve tekrar dağıt” politikası gereklidir. Bu tip basit yaşam talepleri, Doğu’da ve Batıdaki pek çok kültürde var olan ancak uyku halindeki “iyi hayat” (buen vivir) yaklaşımlarına temas edebilir. Böylelikle “fazlalık” eleştirisini, bunu iki yüzlü bir şekilde gerici politikalarını meşrulaştırmak için kullanan neoliberal kemer sıkmacıların elinden kurtarabilir.
Planlı ekonomik küçülme (degrowth), daha çok aktivistlerin arasında dolaşımda olan bir anahtar kelime. Yunanistan ve İspanya’da pek çoğu Syriza veya Podemos gibi genç partilerde bulunan kişiler de dahil olmak üzere, anarko-kooperatifçiler ve eko-komüncülerin fikirleriyle paralellik göstermekte.
Önceleri işgal edilen meydanlarda ve oralardan türeyen dayanışma ekonomilerinde baskın olmasa da yer bulan bir sözcüktü. Yeşiller arasında “sürdürülebilir kalkınma” öncesi, radikal “temelciler”le pragmatik “gerçekçiler” arasındaki eski ayrımları uyandırmıştı. Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilen, Avrupa Yeşilleri’ne dahil olan İspanyol Equo partisinin yeniden radikalleşmesinin bir belirtisi olarak açıkça bir “büyüme sonrası” gündem ortaya çıkardı. İsminde yer almasa da İngiliz Yeşillerin seçim kampanyası da ruh olarak “ekonomik büyüme sonrası” bir siyaseti ya da “küçülme” siyasetini çağrıştırıyordu.
Kurumsal medyanın baskın olduğu bir çevrede ekonomik küçülme çağrısı yapmak siyasi bir intihardır. Küçülmeyi yaygın bir sağduyu haline getirmek için ise daha fazla hazırlığa ihtiyaç var. Şimdilerde radikal bir parti iktidara ne kadar yaklaşırsa, kendisini küçülmeden uzaklaştırması o kadar fazla oluyor. Örneğin [Podemos lideri] Pablo Iglesias küçülmeci “son çağrı” manifestosunu imzaladı ancak The Economist’in onaylar şekilde belirttiği gibi, Podemos olgunlaştıkça “küçülme” veya “anti-kapitalizm” gibi “çılgın” fikirleri daha geride bıraktı. Latin Amerika’daki Yeni Solla paralellikleri bu anlamda aşikar. Correa ve Morales de küçülmeye benzer felsefeleri olan yerli ve ekolojik hareketlerin desteğiyle seçildiler. Siyasi iktidarı kazanınca ise reel-politik ve büyümeye dayanan yeniden bölüşüm politikaları sermayenin barındırılmasını ve hafriyatçılıkla (extractivism) beslenen büyümeyi dikte etti.
İnsan en azından Avrupa’daki Yeni Sol partilerin ekonomik büyümeyi merkezi hedefleri haline getirmemelerini umuyor. Şüphesiz, krizler büyüme hayalini, bu kez ilerlemeci bir hedef olarak, yeniden ortaya sürüyor. Katalunya’da bir Podemos aktivisti bana “mevcut kriz ortamında ancak ekonomik büyümeden konuşabileceğimizi” söylemişti. Ancak bu tam olarak doğru değil. Evet, hayal gücü ve cesarete ihtiyacımız var ama bu da imkansız değil.
“Ortak Barselona” isimli hareket şehrin belediye seçimlerini programında bir kere bile büyümeden bahsetmeden kazandı. Bu durumun, Barselona’nın sivil toplumunda ve şehrin filizlenen alternatif dayanışma ekonomisindaki küçülmenin organik kökleşmesi ve bununla bağlantılı fikirleriyle bir bağlantısı olabilir. Kendisini vatandaşlık gelirine, yeşil vergilere, yeşil alanların yeniden kazanılmasına, kamusal eneji kooperatifine, daha az kaynak kullanımı ve israfına ve sosyal konut hakkına adamış olan parti programının yazımında pek çok arkadaşım çalıştı.
Yeni belediye başkanı seçilen Ada Colau’nun ilk kararlarından birisi yeni oteller üzerinde moratoryum ve 2026 Kış Olimpiyatları adaylığının geri çekilmesi oldu. Katalan özerk bölgesinin çevre bakanı olan hevesli genç muhafazakar Santi Villa ise Colau’yu “küçülmeci bir parti”ye liderlik etmekle suçladı. Sanki birkaç ay önce, iklim değişikliğiyle ilgili tartışmalardaki son uluslararası fikirlerden geri kalmamaya çalışırken, kendisinin de Katalan Parlamentosu’nda küçülmeden olumlu şekilde bahsettiğini unutmuştu…
Podemos’un ekonomik programı, sık sık küçülme karşıtı düşünce yazıları yazan iki sosyalist Keynesçi ekonomist (Vicenc Navarro and Juan Torres) tarafından hazırlandı. Neyse ki, bu program ekonomik büyümeyle ilgili doğrudan referanslardan kaçınmakta. Peki bu durum “büyüme olmadan Keynesçilik”ten yana bir sinyal mi veriyor? Ben açıkcası öyle olduğunu savunuyorum. Genel bir ekonomik daralma ortamı içinde, kaynakları emekçi sınıfın yararına, yeşil, etrafını önemseyen, ihtiyaç sahipleri için düşük yoğunluklu bir tüketimi tetikleyen alternatif faaliyetlere kaydıran mali politikalar ve vergi politikalarını hayal edilebilir. Keynes’in vizyonu pek de bu değildi ancak belki de kelimenin tam anlamıyla durağan durumda (steady state) olan ekonomilere uygun olan da budur.
Tabi ki, mali sorumlulukları sınırlı olan belediyeden farklı olarak, ekonomik büyüme yaşamayan bir ulusun refah hizmetlerini finanse etmek anlamında kimi sorunları olabilir. Ancak en azından prensipte, sağlık veya eğitimin maliyetinin yılda %2 veya %3 (varsayılan gerekli büyüme hızı) büyümesi için iyi bir sebep göremiyorum. Dış kaynak kullanımını ve pahalı kamu alımlarını tersine çevirerek, mega-projeleri yasaklayarak veya önleyici sağlık veya çocuk bakımı gibi hizmetleri merkezi olmayan hale getirip bunları dayanışma ağlarıyla paylaşarak tasarruf yapmak söz konusu. Küba ve Kosta Rika gibi fakir ülkelerde dünya standartlarında kamu sağlığı ve eğitim hizmetleri var. Sermayeden alınan vergilerin daha yüksek olması da küçülmeden kaybedilen geliri telafi edebilir. Büyüme olmadan refahın artması teorik olarak mümkün ama hiçbir sol parti bunu uygulamaya koymak için ne gerekeceğini düşünmeye cesaret edemedi.
Çekişmeli konulardan büyük bir tanesi de borç. Büyüme olmadan GSYİH’nin yüzdesi olarak borç artar. Borç alma bedelleri tavan yapar çünkü geri ödeme ihtimali düşer. Keynesçi küçülmeyi akla daha az yatkın kılan budur. Büyüme olmadığı koşulda, kamu borcu er ya da geç bir kararla veya enflasyonla tekrar yapılandırılmalı yahut ortadan kaldırılmalıdır. Bunlar için tarihten örnekler mevcuttur. Ama bu iş bir kere yapıldı mı tekrarlanamaz. Yeni borç olmadan mali genişleme imkanı sınırlıdır.
Kamu borcu meselesinin aciliyeti İspanya ve Yunanistan arasındaki farklılıkları açıklayabilir. Syriza’nın yükselişi başta “başka bir dünyanın mümkün” hale gelmesi umutlarını besledi: partinin tabanı, özellikle gençler, küçülme ruhuna yakın, daha yeşil “kooperatifçiler”den oluşuyordu ve bahislerini – net olarak tanımlanmadığı iddia edilebilecek – “dayanışma ekonomisi”ne oynadılar. Ancak, partinin tüm üst düzey kadroları, koşulsuz olarak büyümeden yana konuşuyor ve bunu kemer sıkmaya tek alternatif olarak dile getiriyorlardı. Eurogroup’la müzakerelerde Joseph Stiglitz’in borç ödemek için “büyüme şartı” önerisini geliştirmeye yönelik kısa ömürlü bir çaba oldu: Yunanistan borç geri ödemelerini büyümeye bağlayacaktı. Bu tip talepler bile “ultra-radikal” olarak addedildi. Büyüme olmadan bir dayanışma ekonomisinden bahsetmek ise çok daha delice olurdu.
Bazı yabancı yorumcular Troika’ya verilen “Hayır” cevabının ve avrodan çıkışın küçülmeye geçişe ve bir dayanışma ekonomisine yol açacağını hayal ettiler. Ancak Yunanistan’da bunu savunacak mevcut bir politik güç yok. Syriza’nın içinden şimdi “Popüler Birlik” adında ayrı bir partiye dönüşen drahmi öncesine dönmeyi öneren sol klik, tutkulu bir biçimde üretimcilikten yana. Parti liderinin Enerji Bakanı olarak, yeni yerel kömür üretimleri ve sanayiye yakıt desteği planları dahil olmak üzere sıkıntılı bir çevre faturası da bulunuyor.
Yunanistan’da muazzam yaygınlığına ve kurduğu dayanışma ekonomisine rağmen, küçülme hareketi hâlâ marjinal bir sosyal hareket (İspanya’dakinden çok daha küçük). Dayanışma ağları da bir geçiş dönemi ihtimalinde bile nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için yetersiz. Avrodan pürüzsüz bir çıkış pek muhtemel değil: tam olarak ithal gıda ve ilaç eksikliği ve ara dönemdeki ekonomik kaos da zaten Alexis Tsipras’ı yeni bir mutabakat imzalamaya iten korkulardı.
Japonya gibi mali ve parasal bağımsızlığa ve kendi para biriminde borç verme ve finansman sağlama becerisine sahip olan ülkelerin büyüme olmadan istihdam ve refahı sürdürme imkanı daha fazladır (Japonya 10 yıldan fazla bir süredir büyümemiştir; bu da sadece ekonomistlerin gözünde “kayıp” olan bir 10 yıla tekabül eder). Ancak tabi ki, büyümenin olmadığı bir kapitalizm düşünülemez ve Japonya tekrar büyümeyi başlatabilmek için elinden geldiğince çok çalışmaktadır (bugüne kadar pek de başarılı olamamıştır).
Küçülmeyi gündemleştiren politik güçlerin iktidara geldiğini hayal etmenin imkansızlığı, kimi küçülme taraftarlarını esas değişikliğin devletten değil, ekonomi durakladıkça ve büyümenin yokluğu kriz getirdikçe vatandaşların kendilerini “gönüllü olmayan” bir biçimde örgütleyeceği taban hareketinden gelebileceğini savunmasına sebep olmaktadır.
Küçülme geçiş sürecinin kendi başına olmayacağı ve olan bitenin doğrudan “küçülme” adına gerçekleşmesinin muhtemel olmadığı noktasında hemfikirim. Böyle bir geçiş, ekonominin fiilen duraklaması karşısında bir uyum sağlama süreci şeklinde gerçekleşecektir. Ancak, sivil ve politik toplumun, taban uygulamalarının ve yeni kurumların karşılıklı pekişmesiyle beraber devletin de işgal edilmesi yoluyla olmayacaksa, böylesi bir durumun başka nasıl gerçekleşebileceğini pek bilemiyorum.
Hiçbir sol politik parti açıkça büyümeyi sorgulamaya cesaret edemeyebilir, ancak ben uzun vadede, isteyerek ya da değil, Avrupa solu (Latin Amerika’dakinden farklı olarak bir emtia balonuna bel bağlayamaz) büyüme olmadan nasıl idare edileceğini düşünmekten hangi gerekçeyle kaçınabilir, işte bunu anlamakta zorlanıyorum.
Büyüme yalnızca ekolojik olarak sürdürülemez olmakla kalmıyor, ekonominin açıkça itiraf ettiği üzere (Pikketty’den Lawrence Summers’a ve ekonomik duraklama üzerine çalışan diğerlerine) gelişmiş ekonomiler için gittikçe daha da az mümkün hale geliyor.
Büyüme olmadan kapitalizm olsa olsa yabani olur. Küçülme ise açık bir teori, plan veya politik hareket değil. Ama en azından zamanı gelmiş ve solun daha fazla kaçınmayı göze alamayacağı bir hipotez.
Giorgos Kallis, Londra Üniversitesi SOAS, Kalkınma Çalışmaları Bölümünde Leverhulme Misafir Profesörü
Çeviri: Gamze Ovacık-Ethemcan Turhan