• Arif Cem Gündoğan
  • Yorum yapılmamış

Vinaka Vaka Levu (1), Ama Bu Hiç Adil Değil

Takvimler 16 Kasım 2017’yi gösterdiğinde o sıralarda Bonn’da düzenlenmekte olan iklim zirvesindeki üst düzey devlet yöneticileri segmentinde AOSIS (hayır, 90’larda Madchester’tan doğan müzik grubu OASIS değil) sahne alıyordu. Küçük Ada Devletleri İttifakı veya nam-ı diğer AOSIS temsilcisi konuşmasının daha başında iklim krizinin tüm şiddeti ile yaşandığı 2017 yılının sonundaki iklim zirvesine bir Pasifik ada devleti olan Fiji’nin başkanlık etmesinden memnuniyet duyduklarını belirtti. Belki bu sayede yüzleştikleri gerçekliği tüm dünyanın daha iyi anlamasını umduklarını paylaştı. Pasifik adalarının bir geleneği olan hikâye anlatıcılığı ve samimi diyalog unsurlarına vurgu yapan temsilci içinde bulunduğumuz zaman diliminde Pasifik adaları başta olmak üzere Karayipler’den Hint Okyanusu’na tüm ada halklarının anlattıklarının her zamankinden daha önemli olduğunu söylerken “vinaka vaka levu (çok teşekkürler) ancak bu olanlar hiç de adil değil” feryadını da dillendirdi.

Atmosferdeki karbondioksit eşleniği seragazı miktarının milyonlarca yıldır görülmemiş seviyelere (milyonda 403 parçacık) ulaşması; ülkelerin buna karşın masaya getirdiği çözüm önerileri ve katkıların hepsini üst üste koysanız iklim krizini tersine çevirmeye yetmeyecek oluşu gibi gerçekler göz önüne alındığında AOSIS temsilcisinin bu veryansınları, eylemlerin sözleri takip edemediği iklim değişikliği müzakereleri tarihinde kim bilir kaçıncı kez malumun ilamı oldu. Peki, ada devletleri neden bu kez bunca üst perdeden konuşma ihtiyacı hissettiler? Zira Paris Anlaşması kapsamında kabul edilen, küresel sıcaklık artışını 2oC’nin altında ve dahi 1.5oC’ye mümkün olduğunca yakın şekilde sınırlandırma hedefine ulaşılamazsa bu adaların pek çoğu yeryüzünde olmayacak, topraklarını ve ekosistemlerini kaybedecek, geri dönüşsüz yıkımlara uğrayacak. Üstelik bu iki rakam arasındaki yarım santigrat derecelik fark bile verilecek kayıpları misli ile arttırmakta… İşte Fiji başkanlığındaki iklim zirvesi, namı diğer COP23, bu hatırlatmalar ile başladı, devam etti, tartışmalara sahne oldu, lakin sorunlara çözüm üretmeye ilişkin ilerleme yine çok sınırlı oldu.

Hatırlayalım: Bonn’daki zirvede gelişmekte olan ülkelerin başı çektiği müzakere blokları 2020 öncesi iklim eyleminin ve iklim finansmanı konusunun COP23 müzakere gündeminde yer bulamadığını belirtip bu konularda resmi gündem talep etmişlerdi. Gelişmiş ülkeler tarafından olumlu karşılanmayan bu talepler güven ortamını zedeleyici bir hal almaya başlayınca atılan geri adımlar sonucunda ortak bir nokta bulunuverdi. Buna göre, 2018 ve 2020 yılında iklim finansmanı konusundaki ilerlemelerin ara muhasebesinin yapılacağı ve bulguların 2020 öncesi eylem değerlendirmeleriyle beraber 2018’de Polonya’da gerçekleştirilecek bir sonraki zirveye (COP24) rapor olarak sunulacağı kararlaştırıldı. Bunların yanı sıra şimdiye dek BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü kapsamında faaliyet gösteren Uyum Fonu ve En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu’na sınırlı derecede katkılar da “parlatılarak” sunuldu. Yaklaşık 93 milyon dolarlık ek katkının Uyum Fonu’na, benzer bir katkının En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu’na sağlanmış olmasının gelişmekte olan ülkelere büyük bir nefes aldır(a)madığını söylemek abes olmaz. Müzakerelerde bu katkıların yanı sıra Uyum Fonu’nun bundan böyle Paris Anlaşması’na hizmet etmesi bağlamında bir karar da alındı. Küçük Ada Devletlerini en çok ilgilendiren konulardan “Kayıp ve Zararlar” bölümünde ilerleme olmayışı ve bu bağlamda iklim finansmanı kaynağı oluşturulmamış olması eleştiri konusu olmaya devam etti. Bu başlık altındaki somut kazanımların Mayıs 2018’de tek seferliğe mahsus bir uzman diyaloğu düzenleneceğini; Ekim 2018’de hazır edilmesi gereken 5 yıllık çalışma planı olduğunu belirtmek gerekir. Dünya nüfusunun yaklaşık %5’ini oluşturan ve Karayipler’den Güney Çin Denizi’ne değişik coğrafyalarda yer alan küçük ada devletlerinin akıbeti bu gelişmeler ışığında halen iklim krizinin ve müsebbiplerinin yetersiz tedbirlerinin gölgesi altında.

Irma ve Maria kasırgalarının verdikleri zararları düşünecek olursak, iklim değişikliğin kasırga sezonlarını ve rejimlerini daha da şiddetlendirme ihtimalinin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları insanı dehşete düşürmeye yetiyor. Buna rağmen, payı krizde en az olan kesimler krizin etkilerinden en fazla şekilde etkilenmeye devam ediyor. Müzakerelerde ise zararların tazmini şöyle dursun, ada devletlerinin olumsuz etkilere karşı dayanıklılığının arttırılması ve uyumu için gerekecek finansmanın yakınından geçebilecek bir destek oluşturulamıyor. Öne çıkarılan çözüm önerileri zaten primlerini karşılama şansı olmayan kesimlere vaat edilen sigorta çözümleri… Oysa, gelişmiş ülkelerin yukarıdaki sorumluluklarını yerine getirdiği koşulda yararlı olabilecek bu gibi tedbirlerin sahnede tek başına bir yıldız gibi sunulması kırılgan sosyo-ekonomik kesimlere ek yükler getirmekten ve zararı onlara karşılatmaya çalışmaktan başka bir şey değil… AOSIS’in 16 Kasım’da dünyaya yaptığı “Şimdinin Aciliyeti” deklarasyonu (2) bize bunları ve yalın bir gerçeği hatırlatıyor: bu insanların ve dahi tüm canlıların hayatta kalmaya, var olmaya hakkı var!

Gelişmiş ülkelerin başta olmak üzere krizdeki payı görece fazla olan ülkelerin iklim krizini politik bir sorundan teknik bir soruna indirgemeye çalışmaları (3); sınırlı ilerlemeyi zaferler olarak lanse etmeleri yanıltıcı olmasın. Küresel Kuzey’in iklim müzakerelerine indirgemeye çalıştıkları manevra alanı aslında her yerde… Ada devletlerinin bizlere hatırlattığı, krizin asla sadece müzakereler üzerinden çözülemeyeceği ve iklim adaletinin burada, orada ve her yerde tesis edilmesi gerekliliği… Yereldeki iklim adaleti mücadeleleri tam da bu sebepten çok mühim, tam da bu sebepten dayanışmayı ilmek ilmek örmekte.

Notlar:

[1] Fiji dilinde “çok teşekkürler”
[2] http://aosis.org/aosis-adopts-urgency-of-now-declaration-of-action/
[3] https://www.redpepper.org.uk/on-track-to-what-colonialism-climate-change-and-cop23/

Yazar Arif Cem Gündoğan