• Hülya Yıldırım
  • Yorum yapılmamış

Stratejik Çevresel Değerlendirme’nin Anlamı

Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği geçtiğimiz Nisan ayında Resmi Gazete’de yayımlandı. 08.04.2017 tarih ve 30032 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği 27.06.2001 tarihli ve 2001/42/AT sayılı Belirli Plan ve Programların Çevre Üzerindeki Etkilerinin Değerlendirilmesi Hakkında Avrupa Parlamentosu ve Konsey Direktifi dikkate alınarak hazırlanmıştı.

Yönetmelikte yer alan tanımıyla, Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD), “Bu Yönetmeliğin kapsamında yer alan sektörler için kamu kurum/kuruluşlarınca hazırlanacak onaya/kabule tabi plan/programların planlama/programlama sürecinin başlangıcından itibaren, çevresel değerlerin plan/programa onayından/kabulünden önce entegre edilmesini sağlamak, plan/programın olası olumsuz çevresel etkilerini en aza indirmek, olumlu etkilerini de en üst düzeye çıkarmak ve karar vericilere yardımcı olmak üzere katılımcı bir yaklaşımla sürdürülen ve yazılı bir raporu da içeren çevresel değerlendirme çalışmalarını” ifade etmektedir.

Ülkeler yatırım kararlarını oluştururken insan gücünü, doğal varlıklarını, teknolojiyi, bu güçleri harekete geçirecek toplumsal zenginliği (sermayeyi) birlikte planlayarak ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçların giderilmesini temin etmeye çalışır. Bu nedenle de yatırım kararlarının akılcı, planlı, gerçekçi olarak geliştirilmesi tüm bu üretici güçlerin doğru harekete geçirilmesi açısından önemlidir. Günümüzde, toplumların en önemli zenginliği bilgi, belge zenginliği kadar doğa zenginliğidir. Bu zenginliklerin doğru kurgulanması bir planlama sorunudur. Stratejik ÇED süreci, yatırım kararları (projeler) oluşturulmadan önce, yatırımların oluşturulmasına (planlanmasına) yönelik kamu politikaları aşamasında izlenecek usul kuralları bütünüdür.  Stratejik ÇED süreçleriyle amaç, planlama aşamasından proje aşamasına geldiğinde üretim güçlerinin israfının önüne geçilmesidir.

Stratejik Çevresel Değerlendirme sürecinin bir başka sebebi de proje bazlı ÇED uygulamalarıyla alternatiflerin gerektiği gibi belirlenememesi,kümülatif etki değerlendirmesi yapılamaması ve ÇED süreçlerinin beklenen çevre korumasını sağlamamasıdır.

Stratejik Çevresel Değerlendirme’nin Tarihçesi

Stratejik Çevresel Değerlendirme 27 Haziran 2001 tarihinde Avrupa Parlamentosu ve Konsey tarafından kabul edilmiş, 21 Temmuz 2001 tarihinde ise Avrupa Birliği Resmi Gazete’sinde yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Avrupa Birliği Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönergesi yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 3 yıl içinde yani 20 Temmuz 2004 tarihine kadar, üye devletlerce ulusal hukuka aktarılmak zorundaydı.

Türk hukuku açısından baktığımızda ise 2006 yılında Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile stratejik çevresel değerlendirme kavramı yasal olarak tanımlanmıştır. Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tabi plan ve programlar için bir yönetmeliğin hazırlanacağı belirtilmiştir. Yine Çevre Kanunu 2. madde de stratejik çevresel değerlendirme tanımlanmıştır. Stratejik Çevresel Değerlendirmeye yasa düzeyinde değinen diğer bir düzenleme ise mülga 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’dur. Bu Kanun’un 2/g bendinde stratejik çevresel değerlendirme yapmak Bakanlığı’n görevi olarak tanımlanmıştır.

2006 yılında yasal olarak Türk hukukunda yer verilen Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği tam 11 yıl aradan sonra yayımlanmıştır. Avrupa Konseyi Direktifi’nden ise tam 16 yıl sonra yayımlanmıştır.

Bu süre içinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı SÇD Yönetmeliği hakkında örgütlenmiş, hukuki ve teknik altyapısını oluşturmuştur. Bakanlık yönetmelik çerçevesinde uzman kadrolar yetiştirerek hazırlıklarını tamamlamıştır. Ancak Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği Geçici 2. Maddesi’nde kıyı yönetimi, mekansal planlama, su yönetimi, tarım ve turizm sektöründe hazırlanan plan ve programlar için Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliğin yayım tarihi itibari ile uygulanacağı ifade edilmişken; balıkçılık, ormancılık sektöründe hazırlanan plan ve programlar için 2020’den itibaren, atık yönetimi, enerji, sanayi, telekomünikasyon ve ulaştırma sektöründe hazırlanan plan ve programlar için ise 2023’ten itibaren yönetmeliğin uygulanacağı ifade edilmiştir. İdarenin tüm altyapı çalışmasını kurmuş olmasına karşın yönetmeliğin yürürlük tarihini kimi sektörler açısından ileriye atması hukuken dayanaksızdır. Kaldı ki; Türkiye planlı bir ekonomik gelişmeyi esas alan ve bu gelişmesi açısından da kentsel ve çevresel değerlerini koruması gereken bir ülkedir. Gelişmenin olmazsa olmaz koşulları bu zenginliğin korunmasıdır. Bu nedenle de tüm ülkeler planlama aşamasından itibaren hem insan güçlerine hem de doğa zenginliklerine büyük önem vermiştir. Dünyanın içinden geçtiği tehlikeli koşullarda Ülkenin tarım, enerji, maden gibi alanlarında gerçekçi planlama yaklaşımlarına ihtiyaç vardır. Bu alanlarda üretim için gerekli olan unsurlardan sadece birisine öncelik veren bir yaklaşımla Stratejik ÇED Yönetmeliği’nin amacı gerçekleştirilemez. Bu sebeple Yönetmeliğin ‘Uygulamaya Geçiş Tarihleri’ başlıklı Geçici 2. Maddesi Ekoloji Kolektifi Derneği tarafından dava edilmiştir.

Sonuç Olarak

Sonuç olarak; proje aşamasına gelmeden önce yatırım kararlarının katılımcı bir tarzda ve çevresel varlıkları gözeterek planlanmaması birçok hukuki, ekonomik, sosyal sorunu ortaya çıkarmaktadır. Örneğin yıllarca Türkiye’nin pek çok deresi üzerinde proje ölçeğinde ÇED gerekli değildir kararı alan Hidroelektrik Santrali yapımına izin verilmiştir. Bu yatırımların hem ekonomik olmadığı, hem ekolojiye zarar verdiği, hem de sosyal kültürel ortamı bozduğuna yönelik uyarılar yaşanılan acı deneyimlerle test edilmiştir. Bu aşamaya gelindiğinde bu küçük HES projelerinden vazgeçilmeye başlanmıştır. Eğer stratejik ÇED süreçleri sağlıklı işletilmiş olsaydı, daha yatırım aşamasına gelmeden ekonomik, ekolojik, sosyal kayıplara yol açan bu savurgan ölü yatırımlar eleminize edilebilecektir. Ancak, hala bu sektörlerin stratejik ÇED süreci dışında tutulması, mevcut dağınık, proje odaklı gelişen ve yatırımcıların günü birlik kararlarıyla şekillenen başka enerji alanlarında da benzer sorunların ortaya çıkmasının önünün alınamayacağını söylemek mümkündür. Enerjinin tarım, inşaat, maden, mekânsal planlarla birlikte düşünülmesi ve planlanması kaynak ekonomisi açısından da bir gerekliliktir. Türkiye verili dünya sistemi içinde kendi öz kaynaklarını akılcı bir biçimde geliştirme potansiyelini ancak katılımcı bir planlama yaklaşımı ile geliştirebilir. Aksi durumda kısa vadeli karına odaklanmış girişimlerin HES projelerinde olduğu gibi yaratacağı tahribatın ekonomik maliyetleri ülke değerleri açısından hesaplanamaz bir hale dönüşebilecektir.

Bu bağlamda; Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği ivedilikle tüm sektörlere yayım tarihi itibariyle uygulanmalı ve planlama aşamasında katılımcı yaklaşım ve çevresel faktörler esas alınarak süreçler yönetilmelidir.

Yazar Hülya Yıldırım