• Serkan Kaplan
  • Yorum yapılmamış

Aliler

Toplumsal Tarih dergisinin 2013 yılı Ekim ayında basılan “Kent Hakkı İçin” başlıklı sayısında yer alan bir makalenin yazım sürecinde eylem deneyimlerime başvuruldu ve yazar tarafından anonimleştirilerek Ali adını aldım (mühendis, siyasi görüşü hiç önemsemiyor; ekonomik eşitsizlikler ve savaşlardan rahatsız). Konda Araştırma Şirketi’nin işgal altındaki Gezi Parkı’nda gerçekleştirdiği anketin sonuçlarına göre eylemcilerin en büyük halkasına dahilim (29 yaşında, çalışıyor, üniversite mezunu). Parkın asıl en büyük halkası olan kadınların (%50.3) anlayışına sığınarak, Aliler’in yazısıdır

yaz yağmuru ile yıkanırken direnişin en en kızgın coşkusu
ve beraberindeki biber gazı kokusu,
tahtadaki bir piyonu devirdik galiba,
her zaman baktığınız yöne bakın siyah ve beyaz kareler üzerinde.
asıl önemli olan bu zemini renklendirmek yeniden, ama durun,
bu oyun uzun, oyunu bozun.

gecelerdir gözüme uyku girmiyor,
gün boyunca tütsülenmiş vücudumdaki yanmanın zevkinden.
tutsağı değilim direnişin, kim beni hapsetti fiziksel benliğime,
hayatımın küçük bir parçası bu sadece.
yolumuz uzun,
kolay teneke barikatları kurun, zihinsel-tinsel barikatlarınızı bozun.

ayın altında toplaşınca geceleri binlerce insan,
korkmayın yalnızca rotamızı şaşırdık biraz,
kır dümeni gir yoluna,
ah türküyü duyduk,
metaforlardan da usandık ama…
bazen o kadar tanıdık ve sıradan bir rüzgar havalandırır ki sokaklardaki sıra sıra zamanın tül perdesini…
Milli marş henüz ilk kelimesi ile bize korkmamayı emrediyor olsa da seksenli seneleri korkuyla geçirdik, doksanlarda da korkmaya devam edecektik. Belki de bu korkuyu yenmek için çocukluğumuz boyunca şiire ve romanlara sarıldık. Dünyayı ve insanları kitapların dostluğuyla öğrendik, ve de misal bu sayede bir milyon yaşıtımız ile koşmaya zorlandığımız seçici eğitim parkurunda yüksek eğitim almaya hak kazandık.
Ali iyi bir eğitim almıştı. Fene kafası iyi basıyordu: fizik derslerini babadan, iletişim derslerini ise annesinden devşirmişti. Kitap okumayı seviyordu, klasiklere bayılıyordu.
Hikaye tanıdık geldi mi? Sonrasında binlerle üniversitelere girdik. İnsani değerleri yürekten biliyorduk zaten, hızlı okuyorduk. Soruları cevapladık, seçtik ve seçildik. Aklımız çalışıyordu.
Ali Dünya’nın kendisine meraklıydı. ODTÜ’nün çevre mühendisliği bölümüne girdi, keşke tiyatro ile ilgilenseydi… Üniversitede aşık oldu, esrar içti, düşünerek kilometrelerce yol yürüdü, kavga etti, tartıştı, başkaldırdı, kabullendi. Yedi senede bitirdi, İstanbul’da iş buldu: İngiliz menşeili bir şirkette çalışmak üzere 2008 yılında oraya göçtü. Ankara’nın bağrından Etiler’in orta yerine düşmüştü; Boğaziçi Üniversitesi pedal mesafesindeydi, oranın Çevre Bilimleri Enstitüsü’nde de yüksek lisans programına kaydoldu.
Eğitimimizi tamamladıktan sonra iş bulduk. Gençtik, sağlıklıydık; neyi temsil ettiğimiz kitaplarda yazıyordu: “Geleceğe Işıkla Bakan Gençleri.” Önümüzdeki yıllarda, kullandığımız el fenerinin fitilinin tungsten olduğunu öğrenecektik. Anlamakta zorlanıyorduk, ama ekoloji kükrüyordu. Biz çocukken de Afrika açtı, hala aç; ama biz aç olanların yalnızca gazete sayfalarındaki zenci çocuklar olmadığını öğrenmiştik.
– o –
Suuu,
suu,
su,
Barajlar.
Ali üniversitede çevre bilimci olarak barajları çalıştı. Silifke’den Akdeniz’e (Mediteran) dökülen Göksu Nehri’ne baktı. Ne kadar yağmur yağarsa, ne kadar akış olur? Gelecekte Irmağın akışı ne kadar olacak? Peki, ya baraj inşa edilirse ne olacak? İşte, bunu anlamaya çalıştı.
Topografik harita lazım, Harita Genel Kumandanlığı’ndan,
paralı!
Google Earth.
Yağış istatistikleri gerekli, Meteoroloji İşleri’nden,
paralı!
Yok ya!
Irmak akış istatistikleri Devlet Su İşleri’nden,
tabi paralı!
Orada dur!
Bizim, çevresel bilgiye erişim hakkımız var, kanunlarla korulu. Üstüne üstlük bütün bu veri bizlerin vergileri ile kurulmuş olan istasyonlardan toplanıyor; “Sen bizi tüccar mı zannettin!”, “Devlet, neden para alıyorsun bizden?”
Ali, Libya’da arıtma tesisi inşaatında çalıştı. Haber videolarından izlediği Irak, ama bombalar patlamayan Irak gibi görünmüştü Bingazi gözlerine; ezanı makamsızdı, garip gelmişti. İlk defa poşetten içki içti.
Tatlı suyu içmelik çeşme suyuna arıttı,  “gavur” boku (kokladı) arıttı.
Ali, Romanya’da arıtma tesisi inşaatında çalıştı. Üşüdüğünü hatırlıyor ve geceler boyu havlayan köpekleri. Moldova bölgesinde Piatra Neamt’da, şehrin tek gökdeleni Grand Otel’in terasında, aynı katta zengin bir çocuğun doğum günü kutlanmakta olduğu halde, yaşadı ilk konsomasyon deneyimini. Utancını ve genç kadının Michael Jackson sevdiğini hatırlıyor, ve yanındaki inşaat şefinin ona yararsız öğütlerini:

  • Oğlum, ellesene; ne ellemiyorsun?

Kadınız, erkeğiz, bazen ikisi birden, bazen hiç biriyiz, elbette eşcinseliz. Bileklerimize kelepçe istemediğimiz gibi belimize de kuşak istemeyiz, konuşmayı sevişmeye, sevişmeyi çocuk yapmaya tercih ederiz. Bunlar ilerici düşünceler, halbuki cinsel eğitimimiz yok bizim.
– 0 –
Ali sistemleri anlamaya çalışmayı, sistemlere yaklaşmayı öğrendi. Bilgisayarlar yardımı ile dünyanın geleceğini öngördü, “dijital kahinliğe” merak sardı, büyümenin sınırlarını gördü.

  • “Üç çocuk! Peh! Mümkünse eksi 1 çocuk yapmamız lazım bizim. Karbon salımlarını yarıya indirmemiz gerektiği gibi…”

“Kömürlü termik (sanki kömürlü nükleer olabilirmiş gibi!) santralleriniz, barajlarınız batsın; evinize ateşler düşsün…”
Elbette böyle demiyoruz. Ama yüksek sesle şöyle söylüyoruz:
Sınırlı Yerküre’de yaşıyoruz.
Oysa büyümemiz ikinci dereceden,
Yani,
artarak
büyüyoruz.
Büyümemiz büyüyor.

Kitapların bize öğrettiği,
sınırları aşmamak gerekliliği.
Çünkü doğayla bir iletişimimiz vardır,
ve eğer koşmaktan bir soluklanıp dinlersen onu
yaralı olduğunu söyleyecektir sana, e sormuyorsun ey başkan,
bu bir gecikmedir. Ve sınırların aşıldığı bir dünya’da bu çeşit gecikmeler,

büyük çöküşleri getirir.

– o –

            Ali hedefini seçti. Hayır, bu bir hedeften öte çarpıcı netlikte bir idealdi:
Tekerlekleri izleyecekti. Ama araba tekerleklerini, ama bisiklet tekerlerini, ve kamyonların tekerleklerini, ve kepçelerin tekerleklerini, yeri geldiğinde rüzgar pervanelerini, yeri geldiğinde inşaat sektörünün çarklarının dönüşünü inceleyecekti. Oradan siyaset çemberinin turuna bir göz atacaktı. Dünya’nın dönüşünü okuyacaktı.
Ve Ali,
ideali için,
artık hızla dönmeyi-döndürmeyi bırakıp…

Bazı tekerleklere çomak sokacaktı.
Yalnızca sistemi ufaktan
yavaşlatmak adına…

Milli İstihbarat’ın aklının alamayacağı kadar zengin bir iletişim ağımız var bizim. Kalpten kalbe bir yol vardır, ajanslar tarafından bilinmez.

Roket yapıyoruz, yeşil roketler. Elektrik enerjisi kullanarak itiş gücü elde ediyoruz.  Sağlam bir tüpün içerisine hava sıkıştırarak yapıyoruz bunu. Güneşten şarj ediyoruz. Ulusal roket kanatlarını zaten Kazan’da bize tasarlatıyordunuz, şimdi kendimiz-kendimize yapıyoruz (savunma sanayinde çalışan genç mühendisler), kurduk, tehdit ediyoruz…

Ali tutarsız medeniyete her kulvardan saldırdı. Şiir yazdı, yazı yazdı, bağırdı, çığırtkanlık etti, aklına geleni ortaya söyledi:

Yazılama yaptık,
tez yazdık,
posta attık,
mektup yazdık,
dinlemediniz.

Aliler örgütlendiler. İlk etapta veri toplamaya giriştiler. Arkadaşları aracılığı ile devletin her yapısı içerisinden veri kopyaladılar.
Bilgi herkesindir, cebindeki paraya benzemez bu, çoğaltmak hem kolaydır hem doğrudur.
” Bakanlık, Türkiye’nin enerji yönetimini bir şirkete devrediyor”
INNOVA

Ali kendisine danışılmadan yapılan bu veri transferini bir hakaret olarak gördü. Enerji bilgisi demek, yağış-akış bilgisi demekti, bir vatandaşın hakkı ile kuraklığın varlığını kendisinin tayin etmesi demekti, kendi deneyimlerinden bunu biliyordu. Şirketin iklim datasına sahip olması ise (çok uluslu şirketler örneğinde) uluslararası diplomatik güç anlamına geliyordu.

Dünya’nın hiçbir yeri yoktur ki, kesintisiz savaş devam etmesin.
Her insanın lokması metalaştırılmış ve o insandan verim elde etmek üzere değere bindirilmiştir.
Başkaldırı mühimdir.
Karşı koyma şekilleri sistemin kendisi gibi karmaşık olmalıdır.
Yalnızca ikinci dereceden (artarak artan) bir direniş (çığlaşarak) müthiş makinanın ivmesini azaltabilir.
Birey kendisinin verdiği kararları tüme varsaymalıdır, oyun teorisi çoklu dürüstlük ile çökertilmelidir. Bu birliktelik ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekleşmelidir.
“Kurtuluş yok,
tek başına.
Ya hep beraber,
ya hiç birimiz.”

Oyunbozanlık yeni normal olmalıdır, paylaşımı arttırarak sürdürelim.

Yazar Serkan Kaplan